Ömrün yarıdan çoğunu büyümeye çalışmakla, okumakla, iş sahibi olmakla, aile kurmakla, o da yetmedi ev-araba almaya çalışmakla, boş zamanlarımızı da kitaplar okuyup insana benzemeye çalışmakla geçirip, geldik 40'lara..
Öyle yaşlar ki bu 40'lar, hem "daha çok toyum, öğrenecek ne çok şey var hayatta" diyorum mesela bir futbol maçında, sahanın çimlerinin nasıl ve niye öyle açıklı koyulu yeşil çizgili olduğunu düşünürken, hem de "artık vakit iyice daraldı her şeyi ölmeden öğrenebilmek için" diye endişeleniyorum.
Hem tatlı sabah uykularına doyamayacak kadar küçüğüm daha, hem gece uykuları gitgide kısalacak kadar büyük..Hem daha "annesinin-babasının kuzusu" yaşları bunlar, hem "anne-babanın sağlığından endişe" yılları.. Hem saçlar ağarıyor iyiden iyiye bu zamanlarda ve saçların boya vaktinden daha sık insanın aklına düşüyor "artık hiç saç boyatmadan yaşama fikri", hem de saçların rengine inat hala hızlı hareket ediyor bedeni insanın, bazen gençliğinden bile..
İnsan, mesleğini bulmuşken, işini-gücünü bulmuşken, eşini, yaşayacağı hayatı seçip, zevklerini hatta kendini bulmuşken, hala bulamadığı anlamını arıyor hayatın tam da 40'larında..Günleri birbirinden farksız geçerken, her günü bir öncekinden ne kadar da hızlı geçiyor takvim 40'ları gösterdiğinde.. 40 yılı deviren bu dağ gibi bedenin ne kadar minicik olduğunu fark ederken koca evrende, yine de "ben" diye diklenmekten vazgeçmiyor insan tüm evrene karşı, tam da bu zamanlarda..
Gözlerin uzak geçmişe her baktığında her zamankinden daha kolay buğulanıverdiği bu yaşlarda herkesin yakınını daha zor görmeye başlaması nasıl bir şakasıdır hayatın? Sadece yakınla değil sorun, her günü değerince yaşamaya hala çaba gösterirken, her şeyin siz istemeseniz de kendi doğal akışında ilerleyeceği günleri insan ensesinde daha sık hissediyor biraz da ürpertiyle..Yoksa tutulan boyun, bel, omuz değil de irade midir bu yaşlarda?
Kıyafetleri "modası geçtiği için" değil "yaşı geçtiği için" etrafıyla paylaşmaya başladığında bir bakıyor ki insan, büyüyen yaş değil sadece, bel, basen, tüm kıvrımlarmış..Ve 40 yaş insanı, zayıflamanın 40 bin yolunu bilirmiş de, 40 dereden su getirirmiş yine de, bunu fark ediyor..Televizyonda sağlık programlarına rastladığında hemen açıveriyor sesini biraz daha, ne çok hastane adı bildiğine şaşırıyor bir de..Her şeyin insanlar için olduğunu bu yaşlara geldikçe ve yaşadıkça öğrendiğinden olsa gerek, daha mı az utanıyor ne muayenelerden, makyajsız sokağa çıkmaktan ve hala yüzünde aniden beliriveren "ergenlik" sivilcelerinden?
Ve son not 40'lara doğru yürüyenlere..40'larda hala pençeleri hayata saplı yaşıyor insan, 30'larındakilere müjdeler olsun. Ama bu yaşlar, gençliğin, o arsız, o doymaz, o dur durak bilmez gençliğin, ardında ince yüz çizgileri bırakarak yavaş yavaş uzaklaşmaya başladığı yıllarmış..Belki de bu yüzden, 30'larda Karınca misali durmadan, dinlenmeden, yemeden, içmeden yaşlılık için, güzel bir gelecek için yuvanıza depolayadururken dünyanın ganimetlerini, 40'lar tam da "aslında Ağustos Böceği de çok haksız değilmiş" deme zamanlarıymış..
O kadar güzel bir yazı olmuş ki...
YanıtlaSilBilemedim ne desem, ne yazsam.
rahmetli halama çocukken sorardım hep 40 yaşındayım derdi, ama hala o geçen yıldı dediğim de ise; kırıkın kapısı kalabalık geçemiyorum derdi. ben anlamadım 40 geçip bir hızla da 51 oldum, bakalım artık kaça kadar gidebileceğiz.... nice yıllara
YanıtlaSilNice uzun yaşlar diliyorum sağlıkla, neşeyle..
SilHer cümlenize imzami atarım.
YanıtlaSil40 mı hiç göstermiyorsunuz dediklerinde bunun bir iltifat mı olduğunu sorgulamak, içinizden ne var ki 40 bu işte demek...
Öte yandan yolun yarısını geçmiş olmanın hüznü ama enteresan bilgeligi. Sabır ve aynı zamanda son sözü bilsen de söylememenin olgunluğu...
Zor ama güzel, sevdim ben 40 ları belki de mecburiyetten bilmem ki :))