Uçmayı tam da öğrenmişken, unutmuş gibiyim. Hem yaşamak arzusuyla dolu, hem de vazgeçmiş gibiyim. Ayın ilk haftalarında yaşanan hızlı ve kabus gibi gelişmeler, her şeye, bildiklerime, inandıklarıma, yaşadıklarıma biraz da uzaktan, şöyle tepeden, kuş bakışı bakmama sebep oluyor bu aralar.
Ütü yapıyorum mesela, "üç günlük dünya, insan ütülü çarşaflarda yatmalı, kraliçeler gibi koton saten çarşafların ipeksi serinliğinde uyumalı, beyaz masa örtülü sabah kahvaltılarına uyanmalı" diyorum kii, tam o sırada içimden başka biri sesleniyor, "üç günlük dünya, ütülü çarşaf olsa ne olur, olmasa ne olur..Vücudunu saracak o iki metre bez böyle göz açıp kapayıncaya kadar çıkıverecekse karşına, çarşafınla yastığın takım olsa ne olur, olmasa ne olur..." Bir an boş bulunup içimi sarıveren yaşama umuduna kendimi her kaptırışım, gidene üzülmenin yanına takılıvermiş o korku ile, "o kötü gen mirası sebebiyle taşıdığım kanser riski" aklıma geliverdiğinde kendimi o yatakta, o hortumlar arasında görüvermemle son buluyor... Ne buradayım yani bu aralar, ne orada...Ama...
Ama...Yapacak bir şey yok, insanız işte...Cahiliz, benciliz, korkağız, şımarığız...Yaşayacağız, sabredeceğiz, doğduğumuz gün ölmeye başlamış olduğumuzu fark ettikçe daha sıkı sarılacağız bu güne, daha çok yarına hayaller kuracağız..Uçacağız, konacağız, koşacağız bu bitiş çizgisini görmediğimiz yarışta, çaresiz seveceğiz hayatı..çaresiz...