Biz şanslı çocuklardık hayatı oyunlarla öğrendik, kendimizi oyunlarla tanıdık..Yarıştığımız sadece kendimizdik, zaman değildi o yıllarda..
Çamurdan kale yaparken yazın kumdan kaleleri gibi, hastalıklarla savaşmayı öğrendi küçük bedenlerimiz. Camcının bıraktığı macun parçasından pişirdiğimiz ekmekçiklerimizi gazoz kapağından tabaklarımızla ikram ederken, karın doyurmanın o kadar da zor olmadığını öğrendik, zalime kulluk etmedikten sonra..
Düştük, kalktık, eve koşup üzerine oksijenli su döktüğümüz yaramızı kendimiz sararken kapının arkasında, insanın yarasını kendisinden başkasının saramayacağını öğrendik. Ağlamadık, dik durduk, sonrası da hep böyle geldi zaten..
Acıktık, bir dilim ekmeğin üzerine biraz Sana, biraz toz şeker, ya da daha güzeli tuzlu tuzlu bir kaşık salça, elimizde ekmeğimiz koşarak döndük oyun alanlarına..O küçük ekmek dilimini kim bilir kaç parçaya böldük mahalledeki çocuklarla paylaşıp yiyebilmek için, birbirimizin burunlarındaki salça izlerine bakıp güldük ve ekmekten çok paylaşmanın insanı doyurduğunu öğrendik..
Mahallenin her teyzesi için bakkala giden çocuklardık biz, oyun arasında terlediğimizde içtiğimiz bir bardak su karşılığında ve o teyzeler oyunların kurallarından oyuna dalıp üzerimizden çıkardığımız hırkamıza kadar herşeye karışma hakkına sahiptiler. O zaman öğrendik sevmek için sahip olmaya, korumak için aynı evde yaşamaya gerek olmadığını..
Biz, dizlerinde yara kabukları ile büyüyen çocuklar, hep o
nasırların üzerinden doğruluyoruz büyüdüğümüzde de her seferinde. Peki,
çocukken düşmesine fırsat vermediğimiz o çocuklar ayağa nasıl kalkacak? “Alma”yı pek de iyi öğrenmiş bir nesile, “verme”yi kim
öğretecek? Bilgisayarda oynarken elleri kirlenmeyen, bir hizmetli ordusu ile gözünü dünyaya açmış bu çocuklar için "emek" eski bir sinema adı olarak mı kalacak sadece? Sevmeyi az, saymayı biraz, korumayı eksik, paylaşmayı sadece mecbur kalırsa bilen pırıl pırıl çocuklar bir gün bize "neden" diye sorarlarsa, neden onları dünyaya hiç hazırlamadan büyüttüğümüzün cevabını kim verecek?
Nasıl güzel ve nasıl doğru tespitler bu böyle! asıl kabahatin büyüğü biz büyüklerde:( çevreye güven kalmadığı sebebiyle koruma altına aldığımız çocuklarımızı nasıl bir gelecek bekliyor çok merak ediyorum açıkçası.. keşke eski günlerdeki gibi gün batana dek sokaklarda çocuklar güven içinde oynayabilse.. keşke bazı şeyleri kendileri keşfederek, herşeyden önemlisi ayakları üzerine sağlam basmayı ve dik durmayı öğrenerek büyüyebilse....
YanıtlaSilÇok severek omuyorum yazılarını, her zaman, kalemine sağlık. Ne güzel anlatmışsın ne çok hak veriyorum yazdıklarına.
YanıtlaSilAh Elif yaa, beni anlatmışsın sen, ne kadar benzer çocukluğu bir neslin...
YanıtlaSilNe diyim ki, iki çocuk büyütürken, İstanbul'da üstelik, komşunu bile tanımadığın İstanbul'da büyütürken iki çocuğu, ne diyim sana, sana ne diyeceğimi bırak, çocuklarıma ne diyeyim! "Siz yine şanslıydınız ki köyünüz vardı, tatillerde koşup, oynadığınız, bahçesinden meyve topladığınız köyünüz.." diyim bari ben ;)
Sen hep böyle yaz e mi, sık sık "böyle" yaz :) Öperim çok.....
ne güzel anlatmışsınız kaleminize sağlık...
YanıtlaSilBunlar bizim güzel çocukluğumuz Elifcim, sen o kadar büyük müsüüün :)
YanıtlaSilE 40'a girdik, aldık başımızı gidiyoruz, ruhumuz 20'lik olsa da, 40'larında oluvermişiz bir de baktık ki:))
Sil