Merhaba sevgili dostlar,
İnsan eskitip, boyayıp eşyaları değiştirip dururken, arada bir de vaktini geçirdiği mekanlara da yeni bir görünüş istiyor, renklerle oynamak ve bizim üzerine çay-kahve koymaktan çok ayak uzatmak ve cicilerimi sergilemek için kullandığımız orta sehpamıza yeni bir şeyler koyup kaldırmak istiyor.
Kim bana eşyalarından sıkıldığından bahsetse, salonunu değiştirme planlarını anlatsa, önce aynı renkten bir kaç yastık, örtü, vazo, mum vs. alıp, salona serpiştirmesini öneriyorum öncelikle..Bu değişim bile, duvarları boyamaktan çok daha pratik şekilde değiştiriveriyor salonları..
Ya da salon içinde yemek grubu ve oturma gruplarının yerlerini değiştirmek, bazen yeni bir eve sahip olmuş gibi yapıyor insanı. Bizim evde, neredeyse tüm komşularımızın aksine salonun girişinde yemek grubu, arka tarafında oturma grubu var ki, bu arka taraf daha geniş olduğundan, daha geniş bir alandan oturma imkanı sunuyor bize..Neden herkes dar olan kısıma sığmaya çalışıp, salonun en geniş kısmını büfe-gümüşlük-masa üçlüsüne terk ediyor, bilemiyorum, ama ben seçimimden memnunum, benim için oturma bölümünde ferahlık, gümüşlüğün konforundan önemli:))
Aslında bu ferahlıkta beyaz parkelerinde önemli rolü var tabii..Hem ferahlık hissi veriyor, geniş gösteriyor, hem de koyu renk parkeler gibi üzerindeki tozu göstermediğinden, her gün süpürmek gerekmiyor. Benim için ferahlık ne kadar önemliyse, şu kısa hayatı gün boyu temizlikle geçirmemek de önemli..Hele de bizim gibi 24 saat yoğun bir trafiğin akıp gittiği ana caddeye yakınsanız, toz her tür kararınızda aklınızdan hiç çıkarmamanız gereken konulardan biri..
Aslında kim kenti neye dönüştürmeye çalışırsa çalışsın, ben seviyorum bu eski binaları, onların ağır demir radyatörlerini, kalın duvarlarını, odalar arasındaki perde blok girinti-çıkıntılarını ve "balkon keyfine fransız" olmayan geniş balkonlarını..
Keskin hatlar, düz renkler, ton-sür-ton bir hava, baktığımda gözümü karıştırmayan, kafamı dağıtmayan bir sadelik.
Kolay toz almayı sağlayacak kadar, evin içinde dolanırken çarpıp düşürmeyecek-döküp saçmayacak kadar aksesuar..Sadece bazen eklenen renkler, bazen misafirliğe gelir gibi salona şöyle bir uğrayıp, bir kaç gün kalıp vedalaşan yeni vazolar, mumlar...
Siz ne düşünüyorsunuz? Benim gibi sadelikçilerden misiniz, yoksa renge, desene, aksesuara aşıklardan mı?
Görüşmek üzere..
Meraklısına notlar: koltuklar, sehpalar: Tepe Home, yastıklar: Koçtaş, runner: English Home, sürahi ve kapaklı kavanoz: Esse, keyif: benim, kim karışır :))
sadelik harika,
YanıtlaSilbi de benim takıntım,hadi takıntım demeyelim,yamulmamış dümdüz duran objeler,az ve özz
senden bizdensin demek, eşim ve ben öyle ayrıntıcıyız işte, günde 10 kere yastık, 20 kere minder düzeltiyoruz, birimiz başak, öbürümüz oğlak, sen de kesin toprak grubusun..
Silkatılıyorum canım sana ben de tıkış tepiş evleri sevmiyorum..
YanıtlaSilBize de yer kalmadı değil mi ama salonda?
SilEn son yazdığın harika ya ! Keyif,senin . Başka hiçbir yerde yok işte o.
YanıtlaSilBenim ev böyle derli toplu durmaz -duramaz ... Salonumun kapısı da yok,alt katta kapı yok aslında amaaaan kızlarımın canı sağolsun! Keyfim beyde yok benim :)))
ee, bazen zevkler farklı, bazen ihtiyaçlar..Keyif yerinde olsun da, gerisini boşveerr
SilI love the pilows! They are beautiful!
YanıtlaSilThank you, some Paris, a little bit vintage, but burlap is the must :))
Sil