28 Kasım 2014 Cuma

Herkese İstediği


Bazen bakıyorum da, en kötü durumları yaşadığımda bile, istediğimi vermiş Allah..Etrafıma bakıyorum, sevinçle dile getirseler de, yaşananların sıkıntısı yüzünden bunu aslında bilinç altlarında kendilerinin istemiş olduğunu yüksek sesle itiraf edemeseler de, herkes istediğini yaşıyor..

Kimi para istemiş, parası var, her gün daha da zenginleşiyor, yok ama daha fazla kazanmaktan değil, bu kazandıklarını harcayacak boş vakit bulamamaktan, giderek daha uzun saatler çalışması gerektiğinden..Kimi huzur istemiş, sessizlik, sakinlik, az koşuşturmaca...Bu arada bu sessizliği bozan tanıdıklarını kaybetme riskini de göğüslemiş..Kimi sevgi istemiş, sevmek, sevilmek istemiş, o da tamam..Ama belki o sevgi ihtiyacı ile sarıldığına siz dönüp bakmazsınız, onun sevilmek diye hissettiğini siz ilgiden bile saymazsınız..Kimi ilgiye açmış, hastalıkları sayesinde ilgileneni de çokmuş artık.. 

Başıma gelen özellikle üzüntülü her şeyde fark ediyorum ki, ben istedim bunu Allahtan, ben çektim kendime bu negatif enerjileri belki de bunlar da her şerde olan hayırları görmem için karşıma çıkarıldılar..Ama ah büyümek, ah iyi-kötü hayatın her sürprizinin sorumluluğunu sırtında taşımak..Kader, şans, kısmet, büyü, uğursuzluk diyemeyip, hep kendine dönüp bakmak, hep kendine sormak, hep nefsini sınamak..En zoru da bu, birilerine yükleyemediğin tüm suçlar boyunda ağırlık, sırtında küfe..Ama biliyorum ben istedim..Kendim ettim, kendim buldum..Yalan dünya senden geçtim..   

26 Kasım 2014 Çarşamba

Hobilemece'de İnci Işıltıları


İyi günler, umarım herkes iyidir.Buralar soğuk, buralar yağmurlu..Ama ben soğuğu da severim, yağmura da bayılırım.

Bu havaların tek kötü tarafı fotoğraf için uygun ışığı bulmanın zorluğu..Ne yapalım, ben de fotoğraf çekmiyorum ama, ilham toplamakla geçiyor zamanım, bu ilhamla bir şeyler üretmekle, denemeler yapmakla..Bir de bolca sebze pişirmekle tabii, lahana, pırasa, karnabahar, tüm kış sebzeleri..

Biraz da süslenmeye zaman ayırmak lazım tabii..Son bir kaç yıldır üst üste kolyeler takmak çok moda, ben de evdeki eski incik boncuktan yapıyorum işte kendime bir şeyler..Metalin diğer malzemelerle birleşimi çok modern, çok şık görüntüler oluşturuyor..Tek başına son derece zarif, son derece feminen olan bu incileri biraz metalle birleştirdiğimde aradığım maskulen görünüme ulaşabiliyorum ve benim için pantolonların, kotların üzerine takılabilecek hale geliyorlar..Sanıyorum çalışırken aldığım kolyelerin bir kısmını bu şekilde elden geçirerek bile, bir sürü yeni kolyeye kavuşacağım bu yıl..

Elimdekileri değerlendirebilmek, eskilerden yeni bir şeyler yaratıp kendime hediyeler hazırlamak, ayna karşısında bu cicilerimi çeşitli gömlek ve kazaklarla kombinleyerek oyunlar oynamak..Soğuk havada evde vakit geçirmenin en güzel yolları... 



İşte bunlarla meşgulüm bu aralar, bildiğiniz gibi değil..

İlk fırsatta tekrar görüşmek üzere..

24 Kasım 2014 Pazartesi

Oyuna Davet


Bazen "tamam bitti, buraya kadar artık" desem de, yorulduğumu hissetsem de, bir kaç gün geçmiyor, içimde bir şeyler kıpırdıyor, beni yoldan çıkarıyor ve kendimi yeni bir şeyler denerken buluveriyorum yine mutfakta..

Bazen sevdiklerimi mutlu etmek için, bazen özel günleri bahane edip, ama kimseye söylemesem de içimdeki "meraklı kimyager"le baş başa kalıp deneyler yapabilmek için bütün bu çalışmalar galiba..Aynı bir oyun gibi..Yiyenlerin iltifatları da çok önemli değil hatta, zaten ben yerken bir tadımcı edası ile, tamamen benim dışında bir şefin elinden lezzetleri tadıyormuşçasına dışarıdan bakarak, objektif, eleştirel, tüm konsantrasyonum dilim ve damağımda not veriyorum ve ben sevdiysem, tamamdır diyorum..Ama görünüşünde bir falso, tadında bir eksiklik, midede bir ekşime, yapım aşamalarında her seferinde aynı sonucu garanti etmeyecek bir angarya varsa, yok, kalsın, başımıza iş açmayalım boşuna.. 


Denemenin, pişirmenin, fırından eve yayılan kokuları içine çekmenin dışında bu oyunun en güzel yanlarından biri de çeşit çeşit servis tabağına, fanusuna, kavanozuna yerleştirip pişirilenleri, geçip karşısına seyretmek, fotoğraflamak, bir süre masanın üzerinde, büfenin üstünde, artık o güne neresi uygun görünüyorsa orada sergilemek..





Oyunuma sizler de katılın, deneyin, sergileyin, tadın..Üretmenin, paylaşmanın, ağız tadının sarhoşluğu başka şeye benzemiyor, siz de katılın..

21 Kasım 2014 Cuma

Yine mi Yeni mi?


İnsan niye blog yazar? Mutlaka herkesin bir sebebi vardır. Kimi yalnız kalabilmek için, kimi yalnız kalmamak için..Kimi sevmek için, kimi sevilmek için..Kimi susabilmek için, kimi konuşabilmek için..Belki de blogger sayısı kadar sebep vardır. Herkesin kendi sebebi, kendi sonucunu doğurur..

Ben oturduğum yerden sizlerin hayatlarına dokunmak istedim. Yaptıklarımı anlatayım, sizler de yapın, pasta yapmaya en cesareti olmayanınıza cesaret gelsin, eline iğne ipliği en almayanınız bir akşam bilgisayarın başından kalktığında bulduğu ilk iğneye iplik geçirsin istedim.

Benden biri çıkar da ilham alırsa ve sevdiklerine bu ilhamla, onların yüzünü güldürecek bir şey yaparsa, tamamdır işte, istediğim budur benim de..Ya da hayatın bir köşesini sevmeye başlarsa bir yazımı okuduktan sonra, minicik bir güzelliğin farkına varırsa benimle birlikte, bu blog için harcanmış zamanlar boşa gitmemiş demektir. 

Çalışırken hobisi olabilir mi insanın, emeklilikte "hayat" var mı, çalışan insan eve geçtiğinde bir gün sıkıcı olmaz mı çok, birilerini beklemeden insan sadece kendisi ve sadece kendisi için hayatı güzelleştirebilir mi diye merak edenler aradıkları cevapları burada bulabilsinler istedim. Hep kendimi en iyi hissettiğim zamanlarda geçtim klavyenin başına, hep kendimi çok daha iyi hissederek kalktım masanın başından.

Şimdi yeni bir yıl daha geliyor, yine anlatacak çok şey olacak, paylaşacak, tarif edecek, sevecek..Daha çok fotoğraf diliyorum bu yıldan, daha çok özel an, daha çok ilham..Sağlık diliyorum, daha az sorumluluk istiyorum, daha çok avarelik..Ben bu yılı kimsenin küçük kızı olamayarak kapatıyorum yaya, küçük bir kız çocuğu gibi başlamak istiyorum yeni yıla..Herkesi annem gibi sevip, herkese babam gibi güvenerek, kötülüklere hala şaşırarak, kavgalardan hala korkarak..Bu yıl her şeye en başından başlamak istiyorum...

20 Kasım 2014 Perşembe

Ne Giyeceğiz Şimdi?


Şimdi, yani bu kış, yani evde, evin içinde değil sadece çalışmayan biri olarak gezerken, çarşıda, pazarda, adada, modada ne giyeceğiz derseniz, bende cevaplar hazır..Hatta ne giymeyeceğimin cevapları daha çok hazır ama bayağı uzun bir liste, tamamını anlatmaya zaman yetmez..

Kısaca bahsedeyim, savaşı eksik olmayan bu dünyada, militer bir şeylere her zaman yer oluyor. Bu yüzden yine kamuflajlı, yeşilli bir şeyler giyeceğiz. Yeşil gözlerimin renginde olduğundan, o asker yeşilinden bayağı var dolabımda, bir kaç kamuflaj desenle kombinlendiler mi tamamdır..Eşimin asker künyesi de duruyor hala, onu da kolye yapabilirim mesela..Nasılsa düştü artık künyeden..Asker postalına kadar götürmedim işi ama, biker botlarla falan idare edip gideceğiz bir emekliye en yakıştırdığım tarzlardan biri olan bu tarzı..Malum bizim olayımız da hayatla savaş hali.:))

Kot pantolonlar, yeni neslin deyimiyle jeanler zaten ev hayatında üniforma haline geldiğinden ve ben ekoseli gömlekleri çok sevdiğimden, dolapta eski zamanlardan kalma bir kaç da kovboy çizmem-botum olduğundan, kovboy da olabileceğim bu yıl sıkça..Kendime deri bir de kızılderili bilekliği aldım bu sabah..Tüylü-boncuklu biraz da kolye edinirsem, püsküllü çantamı taktığımla çayır-çimenlerde görebilirsiniz beni..

Deri ceketler eskimiyor, ya da diğer bir deyişle eskidikçe güzelleşiyor. Bu yüzden yatırımı deriye olanlar yaşadı, yine kot pantolonlar, altına şöyle troklu-zımbalısından bir bot, üstüne de deri ceket, tamamdır işte, şık olduğunuz kadar asisiniz de :)) 

Sonra 80'ler..Michael Jackson gibi kısa paçalı kumaş pantolonların altına ortaokulda, lisede giydiğimiz siyah kolej ayakkabıları ile, bir de ufak kutu çanta yanına, okula değilse de hayat okulunun bu kısmına yazılmaya hazırız. Rahat, şık, maskulen..Evdeki kumaş pantolonların paçalarını daraltıp kısaltarak bile uyum sağlayabilir insan bu modaya, sevdim..Yalnız önü yazılı onca sweatshirt'ten kurtulmakla hata etmişim geçen yıllarda, bak yine yıkılıyor ortalık..

Evdeysek hep sportif, hep maskulen gezecek değiliz ya, bu kısa paçalı pantolonların altına giyecek bir kaç da stilettomuz var evelallah..Yalnız yürüyüş ayakkabısı olarak değil tabii, yemek gibi, kahve içmek gibi az yürümeli, bol oturmalı aktiviteler için..Olsun, arada o da lazım..Bir Chelsea bot da edinilebilir bunun için, şöyle düz, kenarı lastikli botlardan hani..Ama artık ne varsa elde, bu yaştan sonra sıfırdan gardırop işlerine girişmek, ev tadilatından daha az yorucu değil, boş verin, moda gibi her yıl değişen bir şey için değmez o kadar yorgunluğa..

Aslalarımın başında ise oversize kabanlar geliyor, zaten çok ince-uzun değilim, iyice kardan adama benzemekten korkarım. Pançolar ise yine benim ebatlarımdakilerde yorgan hurcu görünümü yarattığından pek olacak gibi durmuyor. Beli açık, eteği miniler bir yaştan sonra insan kendini sıcak tutmalı, diye yanından bile geçmediklerimden. Taytlar da öyle, psikolojik mi bilmiyorum ama üşütüyorlar beni..Renk olarak ise iş hayatında sürekli kullandığım dolaptaki grilerimi, bordolarımı özgürlüğün sarhoşluğu ile dağıtmakla çok isabetli davranmadığım belli oldu, ufak tefek yatırım gerektiriyor işte. Son sözüm ise babetlere..Ah babetler, geniş ayaklarıma ve küçücük boyuma rağmen sizi seviyorum, uysun-uymasın giyeceğim işte..Kısa paçalı kumaş pantolonlardan dar kotlara, her şeye uydururum ben sizi..O dolaptaki kendisi uzun, topukları daha uzun çizmelerse, yine başka kışa kaldı vuslat, öyle acımasızsınız, öyle rahatsızsınız ki, kim aldı, kim giydi sizleri geçmiş senelerde, hala şaşırıyorum elime her aldığımda.. 

18 Kasım 2014 Salı

En Sevdiklerim


Ne çok gezip görecek yer var, sadece denizini, güneşini değil, tarihini de..

Sonra Camilerini..Seviyorum gezmeyi..


Şu çiniler, nasıl yüzlerce yıl böyle kalabiliyorlar bizler için bir şeylerin onlarca yıl bile ayakta kalması mucizeye yakınken bu zamanda bu teknolojiyle, bu bilimle? Seviyorum bu eski eserleri..


Kış gelince yazlıklarımı özlüyorum, ince, hafif, havadar, rahat..Seviyorum mevsimlerle değişen bu süsü, bu şıklığı..

pişirmeyi, yemeyi, yedirmeyi seviyorum..Hayatı seviyorum özetle, tek tek yazsam, anlatsam sığdıramam buralara..


 Ama galiba sevgili Havva gibi, pişirdiklerim pişirildiğinde, sevdiklerim sevildiğinde daha da çok seviyorum hayatı..Daha önce kendi ördüğüm battaniyenin bir benzerini Cihan'ımın sayfasında gördüğümde, zevklerin nasıl ortak, yüreklerin nasıl aynı çarptığını gördüğümde daha da seviyorum..

14 Kasım 2014 Cuma

Bir Kader Hikayesi




Anlamıştım bu serüvenin çok da uzun sürmeyeceğini daha iş hayatımın ilk yılını dahi tamamlamadan yaşadığım ilk şirket birleşmesiyle..Her ne kadar tüm şirket birleşmelerinde, satın almalarında ve isim değişikliklerinde işverenler işsiz kalanlara iş arayabilecekleri içinde faks cihazı olan bir ofis temin etmekten, emekliliğine çeyrek kalmış yöneticileri Türkçe-Matematik sınavları ile yeniden seçmeye kadar türlü çeşit imkanları sunmuşlarsa da ve ister beğenin ister beğenmeyin, her zaman yeni yapıda yeni bir pozisyon teklif etmişlerse de, anlamıştım ben.
Kebapçı dükkanlarının camlarındaki “Devren” ilanlarında olduğu gibi, bir kebapçı masası-sandalyesi gibi yeni işverene devirle geçen günlerimde anlamıştım ödenen maaşın "kara kaşımız-kara gözümüz"e olmadığını, "gidenin yerine yenisinin" çok kolay gelebileceğini ve buna en az da patronların üzüldüğünü..
Bu sebeptendir ki, yaşarken, çalışırken, gezerken, hep o beklenen son için hazırlıkla geçirdik vaktimizi, özel emeklilik sistemleri ile ilgilendik, kendimizi “nasıl olsa çalışıyoruz”dan kaynaklı o tüketim sellerine kaptırmamaya gayret gösterdik, hep cüzdanımızda olanı harcamaya dikkat ettik, çalışma hayatımızdan uzun olabileceğine inandığımız herhangi bir borca, krediye, söze, vaade hiç girmedik.
"Bir gün aniden işi bıraktı”, “güneyde bir sahil kasabasına yerleşti”, “şu yaşında paraşütçü oldu”, “memuriyetten ayrılıp, aşçılığı seçti” gibi her gazete haberinin en sıkı okuru oldum bu dönemlerde. "Şalteri attıran" o bir tek kelime, tavır, insana bu cesareti veren o anı hep merak ettim.
Sonra baktık ki, bu bir “an” değilmiş aslında. İnandığınız etik ilkelerle, sadece doğruları söyleyerek, olduğunuz gibi görünerek, stratejiler izlemeden ve etrafınızda izlenen stratejilere kaptırmadan karakterinizi varabileceğiniz en tepe noktaya vardığınızda, karnını doyurma, barınma, ısınma gibi temel ihtiyaçlar dışındaki tüm ihtiyaçların birileri tarafından "ihtiyacınız"mış gibi gösterildiğini ve buna inanmanız halinde" emekli olana kadar" değil, bir gün birileri "yeni bir ihtiyaç icat etmeyene kadar" çalışmanız gerektiğini fark ettiğinizde, o büyülü süreç başlıyormuş.
Bir de 40’a yaklaşırken insan ne istediğini, neden istediğini, nasıl bir insan olduğunu, nasıl bir insan olmak istediğini daha çok “düşünmeye” ve işin fenası “bulmaya” da başlıyormuş. Bu farkındalıkla sabahları yatakta biraz daha uyku, sevgilinin eli ellerinizde biraz daha romantizm, öğlen yemeklerini biraz daha yavaş yemek, biraz daha üretmek, ailenizin yaşlıları ile biraz daha fazla vakit geçirmek, sizin kolayca karşılayabildiğiniz temel ihtiyaçları kendisine dert olan insanlarla biraz daha hayatı ve elinizdeki paylaşmak ve para ile alınamayan daha pek çok şey paranın önüne geçtiğinde, artık "zehir"i aldınız, kurtuluş yokmuş.
Rahat ve sizi yansıtan kıyafetler giymek, onca para döktüğünüz evinizi, eşyalarınızı eve gelen yardımcıdan daha çok kullanmak, radyatör peteklerinin sabah başlayan sıcaklığının tadını çıkarmak, apartmandaki komşularla karşılaşmak, öğlen servislerinde apartman görevlisine kapıyı açmak, bazen bir bütün günü yemek pişirmekle geçirebilmek, aklına geldiği gibi bir şeyleri boyamak, örmek, telaş etmeden üretmek, ürettiklerine kendinden bir şeyler katabilmek, gözlerin yorulana kadar okumak, parmakların ağrıyana kadar yazmak, bazen de durmak, hiç bir şey yapmadan, düşünmeden, sadece ve sadece durmak...Evde hangi eşyaları kullandığını tespit edip, sadece onlarla yaşamaya başlamak, seni "daha ciddi, daha kariyer sahibi, daha çalışkan" gösteren tüm kıyafetlerinden soyunup "daha rahat, daha emekli, daha tembel" bir hayata başlamak..Hayatının ikinci yarısında yeni bir hayata merhaba demek..
Her seçimde bir de vazgeçiş gizlidir tabii. Bu yeni hayatta da olmaz mı? Paraya dair büyük hayallere yer yok artık bir emeklinin hayatında..Bazen daha çok düşünmek, daha çok tartmak da gerekiyor harcamaları..Ama seçiminiz mutlu ediyorsa, vazgeçtikleriniz de mutlu ediyor.."Olmadan da oluyormuş" diyorsunuz her vazgeçtiğinizde, “olmadan nasıl yaşamışım” derken seçiminizle kavuştuğunuz parayla değil zamanla ölçülebilen her lüksünüze..
Şimdi, yıl sonunda 4. yılını tamamlayacağımız yeni hayatımızda martılara simit atarken vapurun güvertesinden, bana verilen tüm hedefleri gerçekleştirmiş hissediyorum kendimi, mahallenin tanıdık kedileri bacaklarıma sürterek kuyruklarını motive ediyorlar beni onlara yine ve daha fazla mama getirmem için, daha önce hiç açıkken rastlayamadığım o manavla her selamlaşmamız terfi gibi, en güzel makam arabalarından daha sıcak oluyor şu çift katlı belediye otobüsleri eğer mesai saati içindeyseniz ve sahil yolundan gidiyorsa bir de..

"Kader" deyin, "evren dileğimi verdi" deyin, "çok isteyip çok çalışıp ulaştım" deyin, "kısmet" deyin, "nasip" deyin..Ama hep dediğim gibi eğer bir an durup da olmak istediğiniz yeri düşünürseniz ve olmak istediğiniz yerde durursanız, mutlusunuz..Yoksa yaşadığınız başkalarının hayatı, siz değilsiniz..    

13 Kasım 2014 Perşembe

Hobilemece'de Sakız ve Yeni Yıl Kokusu


İyi günler herkese, bitmesine sayılı günler kala bu yıla ilişkin tüm iyi dileklerinizin yıl bitmeden gerçekleşmesini diliyorum.

Kendim için baktığımda, bu yıl, kötü sürprizlerle karşılaştığım zor yıllardan biri oldu, ama olsun, değil mi ki yaşıyoruz, iyisiyle kötüsüyle, acısıyla tatlısıyla her tür sürprize açık olmalı insan..Ne övünmeli halin ile ne de dövünmeli başına gelenlere..Hayat bu..

Kimse için kolay olmamıştır zaten bu yıl, hayat gece ile gündüz, siyah ile beyaz gibi, neşe ile kederi birlikte sunuyor hep insanlara, bazılarımız güldüğü, bazılarımız ağladığı anlara odaklandığındandır birini diğerinden daha fazla sanışımız. Bu adalete de şükür, çıldırmayacak ölçüde her iki duyguyu tadışımıza da, hala yiyip içebildiğimiz, şu an cümle kurup, cümleleri okuyabildiğimize de şükür..

Her yıl olduğu gibi bu yılı da neşe ile uğurlayıp, iyi bir yeni yıl ümit edeceğim. Aralık başında evimizi süsleyip, iyisi-kötüsüyle geçen bir 365 gün için şükredip, bir 365 gün daha görebilmeyi umut edeceğim. Yine bol baharatlı, mis kokulu kurabiyeler, kekler pişirip dizeceğim masaların, sehpaların, büfelerin üstüne ve evi ışıltılı süslerden çok onları paylaştığım insanların yüzlerindeki gülümsemelerle süslemeye çalışacağım.

İşte damla sakızı kokulu bir kurabiye de yakışır böyle yeni yıl ikramları arasına..Bayılırım sakızın kokusuna. Daha önce nişastalısını yaptığım bu kurabiyenin unla yapılan bu versiyonu daha klasik bir kurabiye..Ama damla sakızının o baştan çıkarıcı kokusu yok mu? O her zaman her şeyden daha klasik..Biten yılın hüznü, yeni yılın heyecanı ve hayat denen bu oyunun hiç birimizin bilemediği sürprizleri kadar..

150 gr.Margarin   
1 su bardağı Pudra Şekeri   
1 kahve fincanı Sıvı yağ   
1 Yumurta
1 çay kaşığı Dövülmüş Damla Sakızı              
1 pk.Kabartma Tozu       
4 su bardağı Un              

Bir kapta tüm malzeme hamur yapılır. Hamurdan ceviz büyüklüğünde parçalar koparılarak kurabiye şekli verilir. Yağlanmış tepsiye dizilir. 170 C fırında 20 dak.pişirilir.         

Afiyet Olsun. Evinizden damla sakızının ve umudun kokusu hiç eksilmesin. 




12 Kasım 2014 Çarşamba

Ada Gezisi


İstanbulluysanız, bir kaç şehri alacak büyüklükteki şehrinize ek olarak  adalarınız da var her biri bir başka şehir gibi..Yazın kalabalık yüzünden yanından geçmekten çekindiğiniz bu inci taneleri, okullar açılır açılmaz sadece ada halkına, size ve kedilere kalıyor...  

Ben çocukken piknik anlamına gelirdi adalar, şimdilerde bir bardak çayla sessizliği ve martı seslerini dinleyerek dünyadan ve dünyadaki her şeyden bir kaç saatliğine uzaklaşmak anlamına geliyor.

Genellikle yanımda bir kaç da kurabiye götürüyorum, keyfimiz tam olsun diye, ama simit-peynir de çok yakışıyor bu manzaraya doğrusu..

Şehirde her şey ne kadar hızlıysa, birbirinden güzel bu Prens Adaları'nda da o kadar sakin, sessiz, dingin..Sizi biraz da fotoğraflarla başbaşa bırakayım, anlayacaksınız ne dediğimi..







Ve günün tatlısı, sevgili Esen Can'ın tarifiyle aşure..Bir tarif vermiş blogunda, insan kendini zor durduruyor tenceresi ile birlikte yutmamak için..Bu yıl henüz aşuresini pişirmeyen varsa, kaçırmasın..Tekrar teşekkürler sevgili Esen Can, hayatımıza tat kattın..





7 Kasım 2014 Cuma

Bir Daha Göremeyeceğimi Bilsem


Öyle bakıp geçerken etrafa ve her şeye, bazen dururum. Dikkatle bakarım. Hatta o anda, sadece o anda olmaya çalışırım, ne geçmiş, ne gelecek..Kumsalda uzandığım yerden başımı kaldırırım bir an örneğin, altımdaki kum tanelerine eğilirim. Yuvarlak, şekilli, şekilli, soluk renkli tanecikleri incelerim. Bir avuç kumu alıp, parmaklarımın arasından boşaltırken, çıkan hışırtıyı hafızama kazımaya çalışırım, onların tozlu, tuzlu kokularını da içime çekmeye çalışırken ve taneciklerin hafifliğini ve yuvarlaklığını parmaklarımda hissederek..

Elma alırım elime bazen, tam de dişleyecekken durur, onun kırmızı, parlak, pürüzsüz kabuğuna bakarım, hayatımda ilk defa gördüğüm bir meyvaymış gibi kabuğun altındakini tahmin etmeye çalışırım. Koklarım ekşimsi kokusu genzime giderken çocukluğumdaki daha keskin kokulu elmaları hatırlarım. Sonra kocaman bir ısırıkla, çıkan kıtırtıyı hatırlayıp, bir daha asla unutmamaya çalışırken, sulu, tatlı, ekşi lokmayı dilimin üzerinde gezdiririm. Sanki ilk defa gördüğüm bu meyveyi bir daha asla yiyemeyecekmiş gibi ezberlemeye çalışırım.

Bir daha görmeyeceğimizi bilsek, her şeye ne kadar da dikkatli bakardık değil mi? Ofiste karşı masada oturan iş arkadaşımızın yüzüne mesela, öğlen ekmek bırakan apartman görevlisinin ellerine, markette kasadaki ki kızın bezgin bakan gözlerine..Peki sevdiklerimize..Göz bebeklerindeki hareleri, saçında beyazların en yoğunlaştığı şakaklarındaki minik dalgalara, dizindeki çocukluktan kalma yara izine..Bir daha görmeyeceğimizi bilsek, "bakma"yı bırakıp "görme"ye çalışmaz mıydık her şeyi? 

Bütün güzellikleri göreceğiniz bir hafta sonu diliyorum.


6 Kasım 2014 Perşembe

Hobilemece'de Sucuklu Bir Şeyler


İyi günler, biliyorsunuz bu aralar iyice tembelleştim, elimden pratik yiyecekler dışında bir şey çıkmıyor. Bu yüzden yine bir tarifle karşınızdayım. 

Bu sucuklu çörekte mısır ununun verdiği bir tatlılık var..Ayrıca yağı emen mısır unu sebebi ile hiç de yağlı bir çörek olmuyor. Benim gibi sucuğu seven ama midesine dokunduğu için sade yiyemeyenler için bir alternatif.. 

3 Yumurta     
1 su bardağı Sıvı yağ     
1 su bardağı Yoğurt     
¼ kangal Sucuk     
1 su bardağı Un     
2 su bardağı Mısır Unu     
1 pk. Kabartma Tozu     
3 Soğan     
1 Tatlı Kaşığı Tuz     
Karabiber, Kuru Nane

Bir tavada sıvı yağda yemeklik doğranan soğanlar kavurulur. İçine küp doğranmış sucuklar eklenip, tuz, karabiber ve kuru nane ilave edilerek ateşten alınır. Bir kasede 2 tam yumurta ve 1 yumurtanın akı çırpılır. İçine yoğurt, unlar ve kabartma tozu eklenerek çırpmaya devam edilir. Sucuklu harç eklenerek karıştırılır. Yağlanmış fırın tepsisine dökülüp, üzerine yumurta sarısı sürülür. 180 C fırında 25 dak. Pişirilir. Ilındıktan sonra kare kare kesilerek servis yapılır.  

Afiyet Olsun.


5 Kasım 2014 Çarşamba

"Adı Üstünde"ler


İyi günler tatlı dostlar, kumrularıma gösterdiğiniz ilgi için teşekkürler..Sizlerin de ekmeklerden sıkılmadığınızı bilmek güzel, o halde devam..

Sizlerle hep yaptıklarımı paylaşıyorum, bazen de yazdıklarımı ama her zaman yaptıklarımdan çok yazdıklarımla ilgiliyim aslında galiba..Ben hep yazı ile daha rahat hissediyorum kendimi..Duygularımı ifade ederken, bir şeyleri tarif ederken, iptal ederken, veda ederken hep yazmalıyım..Alışverişe çıkarken, evde günü planlarken, hep listeler hazırlamalıyım..Bir şeyi ilk defa denerken, herhangi bir ambalajlı ürünü elime ilk aldığımda, bir yerde otururken, deniz kenarında kumsalda dururken, hep okumalıyım..Hep yazılı olmalı herşeyim benim, yoksa güvensiz hissediyorum kendimi, kendimi anlatamıyorum, karşımdakini anlayamıyorum, eksik kalıyor her şey eğer harflere dökülmezse.. 


Bu yazı merakındandır belki de üzerinde yazı olan kavanozları, kutuları böyle çok sevişim ve üzerinde ne yazıyorsa, içine mutlaka o şeyden koyuşum..Düğme kutusu olamaz asla benim elimde bir bisküvi kutusu, yazıya ihanet sayarım bunu, ilkel çağlara dönmüş, yazının icadından öncelere gitmiş bulurum kendimi, olmaz, yazıdan başkası olmaz benim için..


Doktor bekleme salonlarında dergileri okurum, ilaç broşürlerini, hastane vizyon-misyonlarını, akreditasyon, sertifikasyon belgelerini..Daha küçük çaplı yerlerde vergi levhalarını, uyarıları, ricaları..Okurum, hepsini okur, terminolojilerine hakim olur, ancak ondan sonra iç rahatlığı ile huzur bulup arkama yaslanırım..


Doğala özdeş aromalar, enerji değerleri, besin değerleri, içindekiler, üretim yerleri, pek çok markanın üretim yerleri sebebiyle aynı fabrikadan çıktığını bilir, aynı fabrikanın başka isimde ürünlerine farklı ücret ödeyenlere şaşarım.. Okurum çünkü, eve getirmeden bazılarını, evde rafa yerleştirirken tamamını..


Okudukça daha hızlı okunduğuna, daha kolay anlaşıldığına inanırım ve yazarım bolca da..Marketlerde elinde listesi olmadan alışveriş arabalarını doldurabilenlere hafızalarına şaşarak bakarım, ödemelerini excel tablolar olmadan takip edebilenlere, yemek tariflerini bir yerlere not etmeden hep göz kararı ile ve hep kafalarından yapabilenlere hayret ederim. Ben okurum ve yazarım çünkü.. Ama sadece mesaj atamam ben..Minik tuşlara tek tek basmak, kısıtlı karakterle kendimi anlatmaya çalışmak, minicik ekranlara gözümü uydurup okumak için çırpınmak..Yok bana göre değil, mesaj dışında okurum ve yazarım demeliyim galiba, beyaz sayfalar lazım bana yoksa olmuyor.. 


4 Kasım 2014 Salı

Baharı Bekleyen Kumru


Merhaba arkadaşlar, nasıl geçti gününüz? İstanbul'daki gibi serin ama güneşli, bahar gibi mi yani, yoksa baharı bekler gibi mi? 

Havaları gördükçe dışarıda geçse de günler, evde geçen zamanlarda ekmek pişirmek gibisi yok. İşte Hobilemece'de bir ekmek daha..Bilmiyorum sıkıldınız mı ekmek tariflerimden ama, ben bayılıyorum, yapmaya da, yemeye de..


Belki de herkesin hayal ettiği gibi bir cafe açmak değil ekmek yapmak daha çok mutlu ederdi beni, fırıncı mı olsaydım keşke? Ama yok, ben kendi damak tadıma uyanları pişirmeyi seviyorum, yanına yağlar, reçeller de ekleyerek hem de..Kendi evimin fırıncısı olmak daha iyi galiba..

Mesela bu kumruların yanındakiler ıhlamurlu elma reçeli ve bademli kayısı reçeli..Elma reçelinin su ile değil, ıhlamur demlediğiniz suyla yapılanı biri..Elmanın ekşiliğine ıhlamurun genize yayılan kokusu karışıyor ki, tam kışlık bir lezzet..Diğeri kuru kayısı ile yapılan reçelin, içine çiğ bademler eklenmişi..Reçel değil, kayısı tatlısı sanki..Adları kadar karmaşık değiller yani aslında, ama tatları, ah o lezzetleri... 


Neyse, gelelim Kumru'ya..Sade poğaçaya benzeyen, hafif yağlı ekmekçikler bunlar..Evet, nohut unundan değil, biraz çakma bir kumru ama, biz çok sevdik bu baharı bekleyen kuşu:))

3 su bardağı Un     
1 su bardağı Ilık Su     
1 tatlı kaşığı Instant Maya     
1 tatlı kaşığı Toz şeker     
1/3 çay bardağı Sıvı yağ     
1 tatlı kaşığı Tuz     
Üzeri için: 
1 Yumurta Sarısı     
Pekmez     
Susam


Un, ılık su, maya, şeker, sıvı yağ ve tuz yoğurulur. Üzeri kapalı olarak oda sıcaklığında 45 dak. Bekletilir. Unlanmış tezgahta 4 parçaya bölünerek sandviç ekmeği şekli verilerek yağlı kağıt serilmiş fırın tepsisine aralıklı olarak yerleştirilir. 45 dak. Daha oda sıcaklığında bekletilir. Bir kasede yumurta sarısı birkaç damla pekmezle çırpılarak ekmeklerin üzerine sürülür. Susam serpilerek 180 C fırında 20 dak. Pişirilir.  

Afiyet olsun, yarın görüşmek üzere..


3 Kasım 2014 Pazartesi

Yürüyüp Giderken Günler


Havalar soğuyor, havalar ısınıyor, yaptıklarımız, giydiklerimiz, yediklerimiz, içtiklerimiz değişiyor, ama tek değişmeyen günlük yürüyüşlerimiz..

Her seferinde başka sürprizlerle karşılaştığımız, baktığımız her yerde doğanın dengesini görüp şaşırdığımız, hayatı tam anladığımızı zannederken hep her şeyin en başında olduğumuzu fark ettiğimiz, başka bir insan olarak yola çıkıp, başka bir insan olarak eve döndüğümüz kısa yürüyüşlerimiz.

Yaş ilerledikçe, bir de evde yaşamaya başlayınca, yemekten-içmekten bile daha önemlisi, günlük hareketleri aksatmamak oluyor..Sağlık dışında bir de tabii yürüyüş sırasında dinginleşen bir zihin, akla gelen türlü çeşit yaratıcı fikir ve günün devamında daha da fazla koşturmaya yetecek ekstra enerji. Asla zaman kaybı değil yani, mutlaka yapılmalı, yaptıkça bağımlısı olunmalı..Ama kısa kısa tabii, saatlerce yürüyüş, ileriki yaşlarda eklemlerinizde sıkıntı yaratmasın..Her şeyde olduğu gibi denge, her şeyin azı yarar.. 

Bu yürüyüşlerden zaman zaman ganimetlerle de dönmek mümkün. Sahilde boncuk kolyeler satan bir hanımdan alınan renk renk boncukları birleştirerek kendinize yeni bir kolye de yapabilirsiniz yürüyüş dönüşü..Belki bir sonraki yürüyüşte boynunuzu süslemek üzere, belki de hep kutusunda saklamak üzere..Keyfiniz bilir, kime ne? 


Bazen yürüyüşlerimiz bir çay molasına da dönüşüyor, evden çıkarken yanımıza aldığımız kurabiyelerle pikniğe de..Hatta üşenmeyip yanımıza portatif sandalye, termos vs. alıp tam bir piknik yaptığımız da oluyor yaz sabahları..Adını ne koyacağınız size bağlı yani bu yürüyüşlerin, sizin yürüyüşünüz çünkü o, kime ne?

Arkanızı şehre, yüzünüzü denize çevirdiniz mi, dünyadan kopuveriyorsunuz bir süreliğine ve aklınızı o an en çok meşgul eden, bir sonraki yürüyüşte başka neler yapabileceğiniz içinizdeki çocukla elele kendinize doğru yürürken tekrar.. 


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...