31 Ağustos 2013 Cumartesi

Kanaviçeye Güzelleme


Kanaviçeyi ortaokulda öğrendim ve öğrendiğim andan itibaren, aşık etti beni kendine. Renk renk o ipliklerle, kağıdın üzerinde başka güzel görünen o desenlerin kumaşın üstünde başka güzel duruşu... Kanaviçe güzeldir, asildir, değerlidir...


Beyaz kağıda düz çizgi çizemeyen benim gibi resim özürlü birinin, kumaş karelini takip ederek dümdüz, hatasız resimler yapabilmesi...Kanaviçe kolaydır, basit değildir ama yalnız bırakmaz insanı işlerken, yardımcıdır...


İşleme sırasında şemayı takip etmenin gözlerdeki o yoruculuğundan yapılan ufak tefek hatalar her zaman işleyenle etamin arasında kalır, sırrını vermez kimselere...Kanaviçe vefalıdır, utandırmaz insanı, ne bugün ne de 50 yıl sonra..


Evdeki eski işlemelerden artan ipliklerle işlemek de çok güzeldir, yeni bir projeye iki avuç dolusu yeni iplik alarak, o iplikleri o minik çekmecelerden numaralarına göre seçip toplayarak başlamak da...Kanaviçe neşelidir, hayat doludur, hayattır... 


O renkler, o kareler, iğne ile şema arasındaki o gidip gelmeler sırasında, akılda başka şeye yer kalmaz, dertli oturursun başına, kalkarken derdin şemadaki değer renge geçiştir artık, dünyan değişmez ama, derdin değişir... Kanaviçe avutur, her şeyi unutturur, kendini hep hatırlatır... 


Minik sürprizler de sıkıştırırsın aralara, sadece senin ve dikkatli gözlerin yakalayabileceği...Kanaviçe muziptir, çizgidir çünkü sonuçta, yazıdır, alın yazısıdır belki de...Kanaviçe güzeldir..

30 Ağustos 2013 Cuma

Fırıncı Orhan'dan Ekmeğin Hikayesi



Türkiye’de ekmeğin hikayesi Fırıncı Orhan tarafından 1958 yılında Çukurambar’da açılan mahalle fırını ile başladı. Ekmekçilik tarihi ise 8 bin yıl öncesinden; insanların hububatı taşlar arasında kırıp ufaladığı, sonra da bunlara su katıp elde ettiği hamuru yassı bir kaya üzerine yayarak ateşte pişirdiği günlere kadar uzanır. İlkel insan topladığı hububatı ufalardı, aksi taktirde ne çiğneyebilir ne de yumuşatmaksızın sindirebilirdi.

Mısırlılar ekmekçilikten keyif alırdı, dahası onlar için ekmek, yaşamlarının simgelerinden biriydi. Ekmek Mısırlılar için o kadar önemliydi ki ölenler bundan sonraki hayatlarında da yoksun kalmasınlar diye mezarlarına bir parça ekmek konuyordu. Ekmek başlıca gıdaları olduğu gibi maaşlarını da ekmek üzerinden alıyorlardı. Piramitleri inşa edenlere emekleri karşılığında ekmek veriliyordu. Kişinin maddi durumu kaç somunu bulunduğuna göre ölçülüyordu.

Biracılıktan elde ettikleri mayayı ekmek hamurlarını fermente edip şekillendirmede kullanıyorlardı. Ancak hamurun nasıl fermantasyona uğradığını bir türlü çözemiyorlardı. Mısırlılar zamanla değişik unlar kullanıp çeşitli şekiller bularak ekmek somununu bir sanat yapıtı gibi işlemeye başladı.
Yunanistan’da ve Roma  İmparatorluğu’nda ekmek zamanla halkın başlıca gıda maddesi haline geldi. Yumurta ve yağ da katılmaya başlandığında ise ekmek artık lüks tüketim maddeleri arasındaki yerini almıştı. Daha beyaz ekmekler zenginlerin, pek tadı tuzu olmayan ekmekle ise fakirlerin sofrasını süslüyordu.

Ortaçağ Avrupa’sında Normanlar ekmekçilikte çavdar kullanmaya, hamurlarını da yorgan altında fermente etmeye başladı. Yayvan ekmekler revaçtaydı, çünkü hem tabak işlevi görüyor, hem de lezzetle yenebiliyordu.

Zamanla birçok toplulukta, pişirilen ekmeğin çeşidine göre Fırıncı Loncaları kurulmaya başladı. Loncalar dürüst fırıncılara kol kanat geriyor hem de topluluk içinde statü kazandırıyordu. 1958 yılında bir mahalle fırını olarak kurulan Fırıncı Orhan 2011 yılında Çukurambar’da yaptığı yatırım ile ekmeğin tarihine farklı bir devrin başlangıcını ekledi. Farklı ve lezzetli çeşitlerini her zaman en taze ve sıcak bir şekilde sunan Fırıncı Orhan geleneksel ekmek çeşitlerinin yanı sıra Dünya mutfağındaki Fransız bageti,ciabatta gb. Ekmekleri de tüketicilere orjinaline en yakın bir biçimde sunarak ekmek fırınlarına yeni bir vizyon verdi.

Fırıncı Orhan bir mahalle fırnındaki sıcaklığı müşterisine sunmasının yanında en kaliteliyi en lezzetli ve en makul olan fiyata satması ile de haklı bir üne kavuştu.

Fırıncı Orhan 7’den 70’e herkesin damak tadına uygun ürünleri ile ekmekçilik tarihindeki yerini hergün daha da çok arttırıyor.

Sizde daha önce Fırıncı Orhan lezzetleri ile tanışmadıysanız bir an önce size en yakın Fırıncı Orhan ile tanışın…

Fırıncı Orhan Çukurambar şubelerinde seçkin ekmek çeşitleri yanında, Fo gurme marketten diledğiniz gurme ürünü alabileceğiniz gibi Dünya mutfağından özel yemekleri tüketebileceğiniz Fo Resto’ya da uğramayı unutmayın.

Bilgi için www.firinciorhan.com.tr
Online sipariş ve catering için www.thegurme.com
Twitter.com/firinciorhan
Facebook.com/firinciorhan

Fırıncı Orhan Çukurambar
Alo Paket: 0312 284 33 33
Rezervasyon: 0312 284 33 06

Fırıncı Orhan Armada AVM
İletişim: 0 312 219 01 99

Fırıncı Orhan ParkOran
İletişim: 0 312 490 08 88

Fırıncı Orhan Okyanus Plaza
Alo Paket: 0 312 283 48 48
Rezervasyon: 0 312 279 22 23

Fırıncı Orhan Dolphin AVM
Alo Paket: 0 312 283 48 48

Fırıncı Orhan Yıldız
Alo Paket: 0 312 438 72 73

Fırıncı Orhan Göksu
Alo Paket: 0 312 280 79 79

Fırıncı Orhan Necatibey
Alo Paket: 0 312 229 03 03

Fırıncı Orhan Çayyolu
Alo Paket: 0 312 241 24 25

Bir bumads advertorial içeriğidir.

28 Ağustos 2013 Çarşamba

Vişneli Çikolatalı Muffin


Bu güzel tarif de yine Peçete'den Notlar'dan..Çikolata ve vişne bir arada, daha ne olsun, anlatmaya gerek mi var bu lezzeti? Zaten anlatılmaz, yaşanır denilen cinsten.. 

225 gr. un
115 gr eritilmiş margarin
175 ml süt
2 yumurta
175 gr pudra şekeri
250 gr dondurulmuş vişne 
100 gr damla çikolata
2,5  çay kaşığı kabartma tozu
1/2 çay kaşığı tuz
1 pk. Vanilya



Un, kabartma tozu ,tuz, vanilya, pudra şekeri, yumurta, eritilmiş yağ ve süt mikserle çırpılır. İçine vişne ve damla çikolata eklenip, kaşıkla karıştırılır. Muffin kalıplarına paylaştırılarak 180 C fırında 35 dak. pişirilir.

Sonra iyice soğuyan muffinler, teker teker peçeteye sarılıp, bir termos çay eşliğinde sahildeki pikniğe götürülür...Evet, bize her gün tatil artık ama, arada tatil içinde böyle küçük molalar da tatilcinin tatili oluyor, keyfi ayrı oluyor, hele de demli çay ve yanında tatlı bir şeylerle...

Afiyet Olsun..



26 Ağustos 2013 Pazartesi

Saklamak için Değil Pişirmek İçindir Tarifler


Yemek merakım okumakla başladı, daha doğrusu okumayı öğrenmeden önce evdeki fasikül fasikül yemek dergilerinin fotoğraflarına bakmakla..Cin Ali'li günlerim ile aynı zamanlara denk gelir benim sarı rengine aşık olduğum Hollandez Sos tarifini okuyuşum. 

Evde çok yemek dergisi vardı, çok yemek kitabı vardı, annem sabahları yeni başlayan kadın saatinde anlatılan yemekleri not alırdı mutlaka, gittiği gezmelerden elinde "filanca hanımın kekik" notlarıyla dönerdi, evdeki her çekmeceden yemek tarifleri çıkardı, ama o yemek tarifleri, o büyülü tarifler hep beklerdi..Bazısı sunulmaya layık bir misafiri, bazısı gerekli malzemeleri, bazısı annem'in eşref saatini, ama beklerdi, hep beklerdi..Sanki o yemekler, başka bir dünyaya aitti, o dünyada insanlar o süslü sofralarda, o adı zor telaffuz edilen yemekleri yerler, yanında da birer kadeh şarap içerlerdi hep.. Kocaman ve her yerinden iplerle bağlı rosto denen etlerle beslenirdi o insanlar, "rom" diye bir şey olurdu tatlılarında, kahvenin yanında servis edilen konyaktan hemen önce yedikleri..Tanımadığım baharatlar koyarladı yemeklerine, salatalarının üzerine de domates kabuğundan güller..


Sonra, ilkokul 5. sınıfta ilk kurabiyemle başladım pişirmeye, üzümlü kurabiyemle ve arkası geldi...Ortaokul'da Pazar sabahları herkesten önce kalkar, annemin çeyizi yemek takımları ile o dergilerdeki kahvaltı sofralarının benzerlerinden hazırlardım, lise'de kek-kurabiye çalışmalarını oldukça geliştirmiştim ve evlenip yemek pişirmeye başladığım ilk günlerde karar verdim, benim mutfağımda "o büyülü tarifler" pişecekti hep ve öyle de oldu...Yıllar boyunca ve tabii şimdi de, "kafkas çorbası", "beef stragonof", "napoli pizzası", "brownie" ve daha niceleri pişti, pişiyor da bizim mutfakta...Yıllardır, bir pişen bir daha çok nadir pişiyor,  çünkü denenecek öyle çok lezzet var, yemek tarifi dünyası öyle uçsuz bucaksız ki...

Ben asla dergilere, kitaplara hapsetmedim heveslerimi ve alıp hepsini bir bir özgürlüğe kavuşturuyorum, yemek masasına doğru uçuruveriyorum hepsini mutfaktan...Bize gelenler biliyorlar ki, farklı bir şeyler yiyecekler görünümüyle, tadıyla, sunumuyla...Ve genellikle de sorarlar "annenden geçti değil mi sana? O da meraklı mıydı?" diye ve ben hep şöyle yanıtlarım onları gülümseyerek ve şimdi sizlerle paylaştığım bu sırrı hiç açık etmeyerek "evet, annem de çok meraklıydı yemek tariflerine, çook"  
  


22 Ağustos 2013 Perşembe

Hindistan Cevizli Kurabiye


Kurabiye ama, öyle böyle değil...Hani şu pastanelerde satılan boool hindistan cevizli beze kıvamında olanlardan, hani köpük köpük..

Tarif peçeteden notlar'dan, benim minik bir kaç dokunuşum oldu sadece..

250 gr. pudra şekeri
4 yumurta akı
1 çay kaşığı krem tartar
250 gr. hindistan cevizi
1 çay kaşığı limon suyu
1 çay kaşığı vanilya

Yumurta akları, krem tartar ile birlikte çırpılır. Köpürmeye başladığında pudra şekeri yavaş yavaş ilave edilir. Çırpmaya devam edilerek limon suyu ve vanilya eklenir. Hindistan cevizleri, çırpma işlemi tamamlandıktan sonra bu karışıma kaşıkla yedirilir. 175 C fırında 15 dk. pişirilir. 

Afiyet olsun.



Bu tarif, krem tartar kullanmadan da aynı sonucu veriyormuş, ama aktarlarda çok kolay bulunduğundan, ben birazcık aldım, çok azıcık da kullandım...Yeni denemeler her zaman heyecan verir ya, bana da iyi geldi..

Elimde sürünen battaniyemle hala bir kaç günde kucaklaşıyoruz, motif motif birleştirirken kendilerini...Az kaldı, sıkıyorum dişimi, ha bittiii, ha bitecekkkk..


20 Ağustos 2013 Salı

Etiketler


Elimdeki o uzun süren işlerden bunaldıkça, miniklerle stres atmaya devam. Karşınızda kanaviçe etiketlerim... 



Keçenin üzerine çift taraflı tela ile yapıştırdım, etamin tarafındaki deliklerden faydalanarak kesip küçük birer de delik açtım üzerlerinde...


Bu etiketler, evimize taşındığımızda iptal edip, içine çamaşır makinamızı, bir evde bulunabilecek temizliğe ve tamirata ait her şeyi depolamak için kullandığımız küçük tuvaletteki rafımızda bulunan sepetleri süslemek için.. 

Ve etiketlerin vesikalık fotoğrafları ile veda ediyorum bu günlük, uğrayacağım yine en kısa zamanda, fırsat bulur bulmaz, nefes alır almaz....




15 Ağustos 2013 Perşembe

Sakin


Aslında hiç sakin olmadım ben hayatımda..Bakkala koşa koşa gidip gelen, evde odalar arasında koşan bir çocuktum. Eğer ayaktaysam koşardım yani, biraz da Forest Gump gibi yani, ya da oturduğu yerde elinde kitabıyla saatlerini geçiren.. 

Ama şimdi, yeni hayatımıza başladığımızdan beri eğitiyorum kendimi sakin olmak için, tadını çıkarmak için o an elimdeki işin ve anın, öğrenciyim yani hayat okulunda hala (bu arada, ben şapkalarımı istiyorum, "hala" derken şapka kullanmazsam, kafam üşüyor, "halen" gibi olmuyor, teyze gibi oluyor yaaa)...


Mesela önlük takmadan çalışmıyorum mutfakta, aynı anda ocağın tüm gözlerinde birden bir şeyler pişirmiyorum, sırayla, yavaş yavaş..Bazen bir tam günü sabahtan akşama mutfakta geçirdiğim bile oluyor bu uğurda, ama asla aceleye gelmiyor hiç bir şey. Oda ısısında filanca saat bekleyecek tüm hamurlar, tam da o kadar bekliyorlar, kısa kesmek yok. Ve bir kaç tencerede bir, şöyle güzel bir türk kahvesi veriliyor kocayla birlikte, yemekler demlenirken demlenmek için onlarla birlikte, diğer tencerelere enerji ve güzellik toplamak için...

Mesela, hikaye ne kadar sürükleyici olursa olsun, bir solukta bitmiyor hiç bir kitap. Mutlaka arada bir durulacak, es verilecek, iki bölüm arasında bir fincan hazır kahve alınıp, şöyle bir camdan caddeye bakılacak, sahilden geçen gemilere göz atılacak, biten bölüm kafada şöyle bir evirilip çevirilecek ve kitabın damakta bırakılan tadı, kahvenin tadına iyice karışmadan tekrar dönmek yok kitaba..

Ve alışverişler, bir şeyler alabilmenin, bir şeyler yiyebilecek kadar sağlıklı olmanın, yiyeceklerin kokusunu, rengini, tazeliğini hissedebilecek tüm organlara sahip olmanın ve en önemlisi de hayatında bunları paylaşabilecek birinin varlığının ne kadar özel olduğunu hiiiç unutmadan yapılıyor artık benim hayatımda...Aynı gün değil, konularına göre farklı günlerde...Taze sebzeler-meyveler seçilerek, koklanarak torbalara dolduruluyor, başka bir gün semizinden tavuklar seçiliyor, diğer bir gün en parlak gözlü balıklar....Market günü, market ürünün üzerindeki tüm yazılar, en çok da katkı maddelerine ve besin değerleri tablosuna bakılarak...  

Sabah erken saatlerde uykuya küçük bir ara verip, biraz şehrin başlayan telaşını izledikten sonra uykuya kaldığın yerden devam edip, uyanmak için saate değil, güneşe bakmak, uyumak için de sadece göz kapaklarının çağrısına kulak vermek...Sakinleşmek, dinginleşmek, koşmayıp yürümek...Öğreniyorum, öğreneceğim, hayat okulu hep devam ediyor, heeppp...


13 Ağustos 2013 Salı

Hurmalı Kurabiye


Kalan hurmalara devam..Çeşit çeşit kokularla karışık, sürprizli bir kurabiye bu...Biraz daha sonbaharlık, hatta kışlık belki ama, hurma bulunca hemen yapılması gerekenlerden...

150 gr.Margarin   
1 çay bardağı Su   
1,5 çay bardağı Pudra Şekeri   
1 çorba kaşığı Mahlep  
3 su bardağı Un    
1 çay kaşığı Kabartma Tozu                               
1 su bardağı Kuru Hurma
2 Dövülmüş Damla Sakızı                 
1 çay bardağı Dövülmüş Ceviz İçi         

Hurmalar suya konularak 2 saat bekletilir. Çekirdekleri çıkarılıp küçük küçük doğranır. Bir tavada 25 gr.margarin eritilir. Hurmalar ve dövülmüş damla sakızı 5 dak.kavurulur. Ocaktan alınıp ceviz içi eklenir. Başka bir kapta küp doğranmış 125 gr.margarin, su, şeker, mahlep, kabartma tozu ve un hamur yapılır. Hamur oda sıcaklığında 1 saat dinlendirilir. Hamurdan ceviz büyüklüğünde parçalar koparılır. Yuvarlak yapılır. İçlerine hurmalı harç konularak, diğer yuvarlak parçalarla kapatılır, kenarları bastırılarak yapıştırılır. 175 C fırında 30 dak.pişirilir.

Afiyet Olsun..                                                                               


12 Ağustos 2013 Pazartesi

Shoe Filler, Ayakkabı Doldurucusu Yani


Yoksa ayakkabı kalıbı mıdır ki bizdeki tam karşılığı? Neyse, yabancılarda görüp bir ara yapayım dediğim şeylerden biriydi..Birini daha tamamlamanın haklı gururuyla, karşınızda işte...


Üçgen kesilmiş ketenlerin dikilip, içlerinin elyaf ve biraz da lavanta ile doldurulmasıyla oluşan külahlarımızın bütün süsü de, tepesindeki kurdelelerinde tabii.. 


Aman pek şık oldular, gazete kağıdı toplar da çöpe, artık ayakkabıların burunları ezilmesin diye ihtiyacımız kalmadı onlara...  

Elimdeki uzuun uzuun işlerden daralıp, can havliyle başlayıp, bitiriverdim bir gece...Asıl olay başka aslında, bitsin anlatacağım, tamam tamam şimdi biraz ipucu...




9 Ağustos 2013 Cuma

Erikli Hurmalı Marmelat


Ramazan'dan artan hurmalar için, bir de Ramazan'da kilo alıp, bayram sonrası "kesin rejim" kararı alanlar için...Aynı zamanda sağlıklı beslenmeyi kendine hayat tarzı edinenler için..Ya da benim gibi değişik bir şeyler denemekten hoşlananlar için...Ay, sizin için işte, uzatmaya gerek yok bu kadar :))

İçinde hiç şeker yok, meyvenin kendi şekeri ile..Ama öyle tatlı ki..Kıvamı ile hatta tadı ile de hazır satılan kakaolu fındık kremalarını da hatırlatıyor, ama farkı şu ki, onlar gibi içi ezilmiyor insanın tadından, doğal bir tat, denenesi bir lezzet...

200 gr.Kuru Erik     
200 gr.Kuru Hurma     
4 su bardağı Su 

Hurma ve eriklerin çekirdekleri çıkarılıp doğranır. Suyla iyice yumuşayana kadar pişirilir. Robottan geçirilir.  

Afiyet Olsun..


7 Ağustos 2013 Çarşamba

Şeker Gibi


Sevdikleriniz yanınızda, hemen kolunuzun altında, kahkahalar içinde, yüzünüzdeki gülümsemenin bir sonraki bayrama kadar hiiiç eksilmeyeceği unutulmaz bir bayram diliyorum hepinize...Bayramınız kutlu olsun, şeker gibi geçsin günleriniz... 

5 Ağustos 2013 Pazartesi

Kuşlar Gibi Hafif


Bazen insan bir de bakıyor ki, yıllarla birlikte ne de çok şey biriktirmiş, bir kısmını hiç kullanmadığı, bir kısmının ise varlığını dahi unuttuğu evdeki dolap köşelerinde...

Yeni hayatımıza başlamamızla birlikte, hafiflemek adına kendime hareket edecek alan bırakmamacasına doldurup, dar bir kafese çevirdiğimi farkettiğim evimi ferahlatmak adına sadeleşmeye, sadeleştirmeye başladım her şeyi..İster dolap detoksu deyin yıllardır kullanılmayan koca tencerelerden, mutfak robotlarından, hediye gelmiş fincan takımlarından vs kurtuluşuma, isterseniz cinnet...Ama iyi oldu, "hatıradır", "ayıptır", "günahtır" diye yıllardır evde öylece sokuldukları delikte bekleyen her şey, ihtiyaç sahiplerine gitti. Ne çok dolabım varmış yahu, yarısı boşaldı, ooohhh...

Gardrop detoksu kısmı da var tabii.."Bir gün tekrar zayıflarsam"ı bekleyenler, "bir gün daha da şişmanlarsam"ı bekleyenler, "markası iyiler","hatırası varlar", artık hayatımda değiller ve farkettim ki, hiç de özlemiyorum onları...Rahat kıyafet, giyince insana kendisini iyi histtiren kıyafet, bir gardrop dolusundan iyi...

Hayat detoksu kısmı da var, herşeyin teki güzel, her şeyin teki rahat...2 araba, 2 yıkama ve 2 benzin derdi aslında otopark sorununuz yoksa bile..Yazlık, orada geçirilen günlerle karşılaştırıldığında, çok nazlı, çok kaprisli bir bebek, hele de o yeşilliğini muhafaza etsin diye savaşılan çimlerle, ilacı, budaması diye çırpınılan ağaçlar, 2. eşi oluveriyor insanın bir süre sonra..Vedalaştık, hafifledik, iyi geldi bize..Galiba en iyi yazlık, akrabanın yazlığı :))



İnsan detoksu...Sizi ne için aradığınızı iyi bildiklerinizle, tesadüfen bile olsa her karşılaşmanızda kaldığınız yerden devam edebildikleriniz arasındaki, gönlünüzün bildiği ama dilinizin söylemeye çekindiği o keskin çizgi...O çizgiyi gördüğünüz, düşündüğünüz, söylediğiniz an, tamamdır..Az insan, çok dostluk...

İşte sonunda dolaplar ferah, ev ferah, hayat sade, kafa sakin...Bir bavula doldurup hayatını her an çekip gidebilir insan, ya da o bavulu her sabah tekrar açıp, yeniden yerleşebilir şehrine...Kendini rüzgara bıraktı mı, istediği yerde işte...Kuşlar gibi...  






2 Ağustos 2013 Cuma

Beyaz Bulutlar, Umutlar vs..


Bayrama az kaldı. Benim için, iklim dışında da hayli sıcak geçen bu yaz da bitiyor nihayet. Umudum, sonbaharın gelip, o ılık yağmurlarıyla bu yazın bütün sıkıntılarını, dertlerini yıkaması, kara bulutları bembeyaz yapması ve kışın da fırtınaları ile bunları bir daha geri dönemeyecekleri dağların ardına savurması..Kötü yazlardan biriydi hayatımdaki, zaten bu yıl da çok zordu, bu yazı bitirelim, bu yılı kapatalım bir an önce ve doktorsuz, hastanesiz bir yıla başlayalım artık..

Tabii ama önce yaz tatili yapmalı, iki doktor randevusu arası şöyle bir tuzlu suda hastane mikroplarından arınmalı, hatta öncesinde de, iki doktor, bir ameliyat öncesi, bayram etmeli, şöyle bayrama yakışırcasına, minik ikramlarla, hoş sürprizlerle. Sanki her şey normalmiş (normal ne ki?), dün pazara gitmiş, yarın parka gidecekmişçesine umarsızca ve içimizdeki tüm bembeyaz umutlarımızla.. 

Bezeler, köpük köpük, beyaz beyaz, bulut bulut, umut umut...Bayram ikramlarımızdan olsun..

3 Yumurta
3 çay bardağı Toz şeker
Bir Tutam Tuz

Derin bir tencereye yumurtaların akları, şeker ve tuz konup, tencere kısık ateşe oturtulur. Ateş üzerindeyken mikserle kar haline gelene kadar çırpılır. İyice koyulaşınca karışım krema torbasına konup, yağlı kağıt serilmiş fırın tepsisine bezeler halinde sıkılır. 100 C fırında 40 dak. Pişirilir. İyice soğuyana kadar fırının kapağı açılmaz. Kuruyup sertleşince fırından alınıp servis yapılır.

Afiyet Olsun, her şeyiniz tükense bile hep bir umudunuz olsun...


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...