29 Temmuz 2013 Pazartesi

Revani


Evet, çok klasik bir tatlı, hatta belki tarife bile gerek yok, hepinizin yaptığı bir şey..Ama etrafımda sohbet ettiğim herkesin eskilere, ailesiyle birlikte oturduğu o çocukluk günlerine dair anıları arasında o kadar çok yer alıyor ki Revani, Revanisiz Ramazan olmaz dedim, hem yaptım, hem tarifini yazdım. Afiyet Olsun..

8 Yumurta                     
1 çay bardağı Toz şeker     
1 su bardağı İrmik     
1 su bardağı Un    
1 pk.Kabartma Tozu     
1 pk.Vanilya
Şerbeti İçin: 
4,5 su bardağı Toz Şeker     
6 su bardağı Su     
1 çay kaşığı Limon Suyu

Şerbet için su şekerle kaynatılır. 5 dakika sonra limon suyu eklenir. 2 dakika sonra ocaktan alınıp ılınmaya bırakılır.
Diğer tüm malzemeler mikserle çırpılıp, yağlanmış bir tepsiye boşaltılır. 180 C fırında 25 dakika pişirilir. Revani fırından çıkınca üzerine kürdanla delikler açılarak ılık şerbet kepçe ile sıcak kekin üzerine dökülür. Soğuduktan sonra üzeri Hindistan Cevizi Rendesi ile süslenerek servis yapılır. 


25 Temmuz 2013 Perşembe

Salkım Hanım


Kırmızı-beyaz pötikarede direnişimiz devam ediyor :)) Piknik için oluşturduğum servis takımları o kadar hoşuma gitti ki, kış aylarında da onları evin içinde kullanmak için, takıma bir de örtü ekledim. Kırmızı ağırlıklı üzüm salkımları ile süsledim beyaz ve kareli duck kumaşla diktiğim runner'ı..Bir de üzüm taneleri gibi sallanan ponpon sutaşıyla..


Hep söylüyorum, nedense bu aralar minik şeyler işlemek iyi geliyor bana, rahatlatıyor, hafifletiyor. Bir şeyi tamamlamak, sonuca ulaştırmak, çözmek duygusu veriyor galiba. Çünkü şu aralar yine sağlık sorunları ile boğuştuğumuz günler..Doktor randevusu, hastane krokisi çalışmadığımız anların tek kurtarıcısı bu minik işlemeler..Ama hayat, uğraşma boşuna, yoramayacaksın bizi bunlarla, biz onu da iyileştireceğiz, olumlu bakmayı hiç bırakmayarak ona da moral vereceğiz, sonra gülen biz olacağız yine, bekle de gör... 

Duck kumaşının üzerine kanaviçeyi nasıl işlediğime gelince...Bir parça keteni kumaşa teğelleyip kanaviçeyi işledim, sonra keteni söktüm. Kumaşın üzerinde kalan motif kabarık kabarık oldu, gayet iyi bir yöntem yani. Sevgili Cafe Mola "kanava"dan bahsetmişti, çoook sağ olsun, onun verdiği detaylarla artık keten yerine kanava kullanacağım..Gençliğimin bu çok kullanışlı kumaşını uzun zamandır, sanıyorum ben tarif edemediğimden, bulamamıştım ve böyle çözümler geliştiriyordum işte...Ama, hayat bak, burada da yenemedin beni, nasıl da ayağıma getirdi Allah bu kanava mevzuunu, nasıl da buldum? Kork benden hayat, kork benden...


23 Temmuz 2013 Salı

Hummingbird


Bir Güney Afrika keki aslında..Ama içindeki bazı malzemeleri değiştirmem gerekti, malum iklim ve habitat farklılığı :) Siz sadece muzlu cevizli cupcake de diyebilirsiniz. Yalnız adına ne derseniz deyin, kendiliğinden nemli bu kek, üzerindeki ganajla birleşince bayağı bir yaş pastaya benziyor, demedi demeyin. 


1,5 çay bardağı Un     
1/2 pk.Kabartma Tozu    
 ½ çay kaşığı Karbonat     
½ çay kaşığı Tarçın    
1 çay bardağı Portakal suyu     
1 çay bardağı Esmer Şeker    
1 kahve fincanı Hindistan Cevizi Rendesi                                
1 Muz     
1 Yumurta     
1 çay bardağı Sıvı yağ               
1 pk.Vanilya     
1 kahve fincanı Dövülmüş Ceviz
Ganaj:
100 gr.Bitter Çikolata     100 gr.Hazır Krema

Süslemek İçin:Şeker Hamuru


Bir kapta tüm kek malzemesi çırpılır, Kek kağıtları 2/3’üne kadar doldurularak 175 C fırında 25 dak. Pişirilir. Bu arada ganaj için bir tavada krema ısıtılır, içine çikolata eklenip, ateşten alınır. Ilık hale gelip, kıvamı yoğunlaşana kadar bekletilir.

Fırından alınıp soğutulan keklerin üzerine ganaj sürülüp, ganajın biraz daha katılaşması için bekletilir. Servisten hemen önce şeker hamuru ile süslenir. 

Afiyet olsun., tarifin sahibi Lindy Smith sağ olsun :)) 


22 Temmuz 2013 Pazartesi

Lavanta Kokusu


Çocuktum, annemlerin gardırobunun çekmecelerinden birindeki küçük bohçayı keşfedip merakla açtığım gün, etrafa, halının üzerine bir çift ipek çorap, boncuk işlemeli bir kemer, annemin gençliğinde beline kadar uzayan saçlarından bir tutam ve bir kaç eski fotoğrafla birlikte değişik bir koku yayılmıştı. Bu büyülü koku, gri, susama benzer taneciklerden geliyordu ve alışık olmadığım bu koku sanki annemin gençliğinin kokusuydu ya da anneannemden bir hatıraydı da, annem bu kokuyu kaçmasın diye gardırobunda saklıyordu..Belki de annesini özledikçe açıp kokluyordu, kim bilir...

Öğrendim ki bu lavanta kokusuydu ve o yıllardan beri lavanta torbalarını severim, lavantalı kolonyayı, lavantalı resimleri, lavantalı objeleri...   


Benim için bir de tedavi edici yanı var bu lavanta torbalarının..Sıkılıp, daraldığımda, ne zamanda basitçe minik bir modeli bir kaç renkle işlesem, sonra minik bir kese dikip, içini lavanta ve elyafla doldurup bağlasam, sanki kapatıyorum tüm sıkıntıların üstünü, temiz çamaşırlar gibi yeni bir başlangıç yapıyorum sanki, belki onun için de seviyorum lavanta torbalarını ve lavanta kokusunu...

Tabii bir de bu yılın başında aldığım karar var, her lavanta torbasına tarih de atıyorum artık, bir gün hepsini bir kaseye doldurup, fotoğraf albümlerine bakar gibi yıllar içinde işlediğim lavanta torbalarına bakabilmek için. Kısmet, belki fırsatım olur buna, belki olmaz..Ama ne olursa olsun, kendimi lavanta kokusu ile tedaviye devam...


20 Temmuz 2013 Cumartesi

En hünerli hanımların bile böyle iyi yardımcıları olmalı…

Pakmaya pişirme yardımcıları siz Mutfağın Yıldızlarına her ihtiyaç duyduğunuzda en iyisini sunmaya hazır.

Ne arzu etmiştiniz? Lezzetleri kabartan hamur kabartma tozu, tatlılara lezzet katan şekerli vanilin, pastaları kekleri süsleyen toz kakao, hamur işlerinin vazgeçilmezi karbonat, bir lezzet klasiği pudra şekeri, sütü nefis tatlılara dönüştüren buğday ve pirinç nişastası, her mutfağın yardımcısı pirinç ve mısır unu, pane yemeklere hayat veren galeta unu… Hepsi enfes sofraları donatmanız için… Hepsi Pakmaya’dan…

Ramazan’da, bayramda; iftarda sahurda; ailece, misafirlerle; arkadaşlarla, akrabalarla… Sevinci, neşeyi, lezzeti paylaşmak için Pakmaya pişirme yardımcılarına gönül rahatlığıyla güvenin.

Yaz Şekerparesi



Malzemeler:
Şekerpare için:

• 1 ½ Su Bardağı Buğday Unu (150g)
• 2 Çay Kaşığı Pakmaya Hamur Kabartma Tozu (4g)
• 1/3 Su Bardağı Pakmaya Pudra Şekeri (45 g)
• 4 Yemek Kaşığı Tereyağı (70g)
• 1 Adet Yumurta
• 2 Çay Kaşığı İrmik (5g)
• ¼ Çay Bardağı Toz Badem (10g)
• 2/3 Çay Bardağı Antep Fıstığı (20g)
• ½ Limonun Kabuğunun Rendesi
Şurup için :
• 4 Su Bardağı Şeker (700g)
• 4 Su Bardağı Su (800ml)
• ½ Limonun Suyu
Krema için :
• 1 Su Bardağı Pakmaya Pudra Şekeri (120g)
• 1 Su Bardağı Beyaz Krem Peynir (200g)
• ½ Limon Kabuğu Rendesi
• İsteğe Göre 1 Çay Kaşığı Vanilya Özütü



Hazırlanışı:
1. Fırınınızı önceden 190°C ayarlayıp ısıtın.
2. Bir sos tenceresinde, şeker ve suyu 10 dakika kaynatın, ocaktan almadan önce limon suyunu ekleyip, soğumaya bırakın.
3. Bir karıştırma kabına un ve Pakmaya Hamur Kabartma Tozu’nu eleyerek aktarın. Toz badem, irmik ve tereyağını da ekleyerek parmak uçlarınızla ovuşturarak tamamen eritip karıştırın.
4. Kurabiye hamuru kıvamındaki hamuru 4-5 dakika yoğurun.
5. Ceviz büyüklüğünde parçalar koparıp yuvarlayın, pişirme kağıdı serili tepsiye aralıklı olarak yerleştirin.
6. Ortalarına Antep fıstığı yerleştirip, önceden 190°C ısıtılmış fırında pembeleşinceye kadar, 15-20 dakika pişirin.
7. Bir sos tenceresinde şurup malzemelerini kaynatıp hazırlayın. Soğumaya bırakın.
8. Bir çırpma kabında krema malzemelerini düşük devirde çırpıp, soğuması için buzdolabında 30-35 dakika bekletin.
9. Fırından çıkarınca 5 dakika bekletip, üzerine soğuk şurubu dökün.
10. Arada kaşıkla şurubu üzerlerine gezdirip, üzerinde krem peynirli krema ile soğuk servis edin.

Kalbura Bastı



Malzemeler:
• 2 ½ Su Bardağı Buğday Unu (250g)
• 1 Paket Pakmaya Hamur Kabartma Tozu
• ½ Çay Bardağı Yoğurt (50g)
• 1 Adet Yumurta
• ½ Su Bardağı İrmik (70g)
• 7 Yemek Kaşığı Margarin (125g)
• 1 Çay Bardağı Sıvı Yağ (100ml)
• 1 Paket Pakmaya Şekerli Vanilin
• 1 Su Bardağı Ceviz (İri Dövülmüş)
Şurup için:
• 4 Su Bardağı Şeker (700g)
• 3 Su Bardağı Su (600ml)
• 2 Çay Kaşığı Limon Suyu
Servis için:
• 1 Paket Pakmaya Krem Şanti
• 1 Su Bardağı Süt (100ml) (Krem Şanti için)
• 1 Paket Pakmaya Çikolatalı Sos
• 2 ½ Su Bardağı Süt (500ml) (Sos için)



Hazırlanışı:

1. Fırınınızı önceden 180°C ayarlayıp ısıtın.
2. Un ve hamur kabartma tozunu eleyerek karıştırma kabına aktarın ve üzerine margarini ekleyin.
3. Parmak uçlarınızla ovalayarak margarin eriyip karışım kum kıvamına gelene kadar karıştırın.
4. Üzerine ceviz hariç diğer malzemeleri ekleyip 7-8 dakika yoğurun.
5. Hazırladığınız hamurdan ceviz büyüklüğünde parçalar koparıp yuvarlayın ve kalburun orta irilikteki kısmına bastırarak açın.
İçerisine ceviz koyup hamurları kapatın.
6. Önceden 180°C ısıtılmış fırında, 35-45 dakika hamurların üzeri kızarıncaya kadar pişirin.
7. Bir sos tenceresinde su ve şekeri kaynatıp, 5 dakika daha şurup kıvamına gelene kadar pişirin.
8. 1-2 dakika soğutup, soğuk kalbura bastıların üzerine dökün.
9. Kalbura bastı hamurlarını çevirerek şuruba bulayın ve şurubunu çekince soğuk servis edin.
10. Arzuya göre üzerinde soğuk krem şanti ve çikolatalı sos ilavesi ile lezzeti arttırabilir, farklı bir lezzet katabilirsiniz.


Bir bumads advertorial içeriğidir.

19 Temmuz 2013 Cuma

Bir Şekerlinin Oruçla İmtihanı


Yani eski şeker hastası...Düzelteyim hemen, yoksa ilaç içen, hastalığı devam eden şeker hastalarına doktorlarının kontrolü dışında kimsenin öğüt vermesini doğru bulmuyorum, aman diyeyim...

Biliyorsunuz, hikayeyi anlatmıştım daha önce, şeker hastalığı ile nasıl vedalaştığımızın hikayesini...Az şekerli bir yazı ile..Şimdi de, artık derdimiz eski hastalığa dönmemek olduğundan, çok dikkati bir menü uyguluyoruz. Yani aslında hiç bırakmadık biz günlük karbonhidrat alım miktarımızın sınırlarını takip etmeyi ve ağırlıklı olarak liften zengin gıdalarla yaşamayı..

İstedim ki Ramazan için pek çok kaynaktan okuyup, araştırıp bir araya getirdiğim ve uygulamaya başladığımız önemli noktaları sizlerle paylaşayım, bir "damdan düşen"in tecrübelerini dinlemek isterseniz, aklınızda bulunsun. Aklınıza yatanları, doktorunuza danışarak uygulamak istediklerinizi siz de yapın, bir faydam dokunsun sizlere..

- Sahurla başlayalım, sahuru sahurda yapmalısınız ki, aç geçirdiğiniz süre birazcık da olsa kısalsın. "Yedim yattım", "canım istemedi", "su içsem yetiyor" yok yani...

- Sahurdaki ekmeğiniz mutlaka tahıllı, kepekli, çavdarlı vs. olsun, yoksa beyaz ekmek şekerinizi hızlı yükseltir, hızlı düşürür, acıkırsınız.

-Sahurda peynir, yoğurt, ayran, yumurta gibi proteinli bir şeyler olmalı ki, proteinin vücutta geç yakılmasından faydalanarak, acıkmanız da geciksin.

-Salata, domates, salatalık, maydanoz, kuru kayısı, hurma gibi bir şeyler de yenmeli mutlaka. Bunlar, içeriğindeki liflerin de yardımı ile kan şekerinizi dengeler, hızlı yükseliş ve düşüşleri engeller.

-İftar iki kısım halinde yapılmalı. Aç mideye bir anda doldurulan yiyecekler, şekeri bırakın, ani mide kasılmalarına, hatta kalpte rahatsızlıklara yol açabilir. Bu yüzden 1. iftar, tam iftar saatinde ve hafif yiyeceklerle yapılmalı. Biraz peynir, zeytin, ekmek ve bir kase çorba yeterli. Çorbanın da tahılsız olanı daha iyi, çünkü zaten ekmek tahıllı..

- 2. iftar ilkinden 1 saat sonra yapılmalı. Ekmek, sebze veya et yemeği, salata, yoğurt..Her zamanki gibi bir sofra yani. Yılbaşı veya davet sofralarımız gibi değil, normal bir ailenin akşam yemeği gibi..

- İftardan 2 saat sonra ise artık meyve veya tatlı yiyebilirsiniz. Meyve yiyecekseniz yoğurtla yemeği, hatta üzerine biraz da tarçın serpmeyi unutmayın. Yoğurt, yediğiniz meyve sebebiyle şekerinizin hızlı yükselmesine engel olurken, tarçın da şekerinizi dengeler. Tatlı yiyecekseniz de en ideali sütlü tatlılar ve tabii yine üstlerine tarçın serpilerek.

- İftarla sahur arasında bolca su içilmeli. Sıvı ihtiyacını asitli içeceklerle, meyve sularıyla, hoşaflarla, kompostolarla, sodayla, çayla, kahveyle karşılamaya çalışıp boşuna da yormayın kendinizi ve midenizi, su için, su yeter.. 

Yani daha önce de bu konudaki postlarda söylediğim gibi, ölçülü, dengeli, yeteri kadar, az, kıvamında, abartmadan kuralları Ramazanda da geçerli.. Herkese sevdikleriyle birlikte sağlıklı bir ay diliyorum...


17 Temmuz 2013 Çarşamba

Peynirli Anzac Bisküvisi


Peyniri bol, güzel bir tuzlu kurabiye..Basit de aynı zamanda.. Adı niye Anzac bilmiyorum, tarifi böyle kaydetmişim, uygulamışım...Anzac biliyorsunuz Çanakkale Savaşı'na katılan Avustralya ve Yeni Zelanda Kolordusu..Onlar buraya neden gelip savaştıklarını hiç bilmediler, biz de bu kurabiyenin adının nereden geldiğini bilemeyeceğiz belki de..

1 su bardağı Yoğurt     
1 su bardağı Sıvı yağ           
1 çay kaşığı Tuz     
1 pk.Kabartma Tozu
4 su bardağı Un            
1 su bardağı Lor Peyniri    
 2 çorba kaşığı Kıyılmış Maydanoz

Bir kapta lor ve maydanoz karıştırılır. Başka bir kapta yoğurt, yağ, tuz, kabartma tozu ve un yoğurulur. Greyfurt büyüklüğünde toplar koparılarak merdane ile dikdörtgen şekilde açılır. Üzerine peynirli karışımdan 2 çorba kaşığı serpiştirilerek uzun kenarından sarılıp rulo yapılır. Rulolar 1,5 cm. eninde dilimlenip, yatık vaziyette yağlanmış tepsiye dizilir. 175 C fırında 30 dak. Pişirilir.      

Afiyet Olsun..

Bu arada, konu açılmışken, tam da jilet olacakken, ki biz tarihimize genellikle böyle davranırız biliyorsunuz, Tarsus Belediyesi tarafından alınıp, sergilenen Nusrat Mayın Gemisi'ni hatırlayalım. Tarsus'a gittiğimde gezdim, o taraflara yolu düşenler, gitmeyi, gezmeyi unutmayın...Bu da daha detay bilgi isteyenler için ...


16 Temmuz 2013 Salı

Çerçeve İşledim


Yine işlemeden duramadım tabii.. Bu sefer hediye niyetiyle başlamıştım ama, el koydum sonunda. Neyse, buluruz yerine başka bir şey hediye edecek..Zaten bu aralar fazlasıyla bencillik geldi üzerime, artık sadece kendime yapacağım bir şeyler galiba..


Böyle bir etamine böyle işledim işte. "Çok amaçlı işleme ipliği" diye simli bir iplikle işledim. Rafyaya, kırnapa falan benziyor, kanaviçeyi işledikçe, hasır dokur gibi oluyor insan..Aklınızda bulunsun, iyi oluyor, tok duruyor yani.. 

Model buradan, işlemek isteyenler, hatta farklı farklı free projeler arayanlar, kaçırmasın bu siteyi..

Kartondan kesilen çerçevenin üzerini etaminle kapladım, arkasını da kendinden yapışkanlı kağıtla ve kenarlarını da kahverengi kordonla..   


Şık oldu, yanar dönerli oldu, e güzel oldu...

15 Temmuz 2013 Pazartesi

İstanbul'da Emeklilik


Orta yaşlarda İstanbullu çalışan kesimin hayalidir, "emekli olup, buralardan kaçmak". Ama genellikle çoluk çocuk sorumluluğundan zordur bunu yapmak ve aslında, belki de en derininde, cesaret ister İstanbul'u başka bir şehirle aldatmak...

Bizde durum tam tersi oldu...Yeni hayatımızla birlikte, yıllarca, hemen her hafta Cuma'dan gidip, pazar akşamı döndüğümüz Sapanca'dan ayrıldık. Ağaçların ilacı, çimlerin gübresi, havuzun pH'ı ve özellikle de çatısından terasına her yeri sürekli bir bebek gibi ihtimam isteyen müstakil bir evin, verdiği zevkin yanında derdinin de bize çok geldiğini gördük. 

Ve fark ettik ki, İstanbul, eğer zaman sorununuz yoksa, çok da keyifliymiş, işte bir tembel'in İstanbul'u...


- Herkesin mesaiye başladığı saatlerde, hele de sabahları, her yer çok sakin; koşmak, sahilde piknik yapmak, alışverişe çıkmak, kitapçılarda uzuun uzuuun ve sayfalarını karıştıra karıştıra kitap seçmek, sinemaya gitmek, her şey ama her şey için...Kuyruk yok, hatta sinemalarda çoğu zaman sizden başka kimse yok (ve indirimli tabii bir de)... Romantizme yelken açacaksınız tüm o ıssız saatlerde...

- Hobiniz mi var, bu ülkedeki tüm malzemeler, konu ile ilgili dükkanların önde gelenleri, sergiler, kurslar, aradığınız her şey, aramanıza gerek kalmayacak kadar sizinle...

- Hava durumu artık stres yaratmıyor sizin için. Karın, yağmurun, sisin hepsinin ayrı bir keyfi var, bir yerlere yetişme telaşınız yoksa...Yağmur sizin için bir fincan çay, kar havuç burunlu bir kardan adam ve sis şiirsel bir doğa olayı...


- Zamanında yeterince gezdiyseniz hava karardıktan sonra, yani içinizde kalmadıysa, orta yaşta çok da meraklı olmuyorsunuz fasıla, bara, diskoya ama lunaparklar, salaş balık lokantaları, gece düzenlenen boğaz vapuru turları kısa aralıklarla tekrarlanan ritüeller oluveriyor işte... 

- Eğlence yerleri dışında, isterseniz pazarlarını da gezebilirsiniz İstanbul'un..Nasılsa artık vakit var, istediğinizi istediğiniz yerden seçmek, taşımak, evde pişirmek için...Ve zaten artık sözlüğünüzde "otopark dolu", "park yeri yok" gibi şeyler yok, her zaman müsait en az bir kaç yer var arabanızı park edecek..


- Alışveriş merkezlerinde geçirecek daha çok vaktiniz oluyor ama, eskisi kadar olmuyor ki giysi ihtiyacınız..Sanki artık kirlenmiyor zaten, ofis mi kirletiyordu ki acaba saçımızı, elbiselerimizi ve ayakkabılarımızı o kadar çabuk?  Üniversite yıllarındaki gibi giyinmeniz yetiyor, o kadar sade, o kadar az çeşitle, ama o kadar da rahat... 

- Trafik sıkışıklığına dair anlatacak çok şey yok...Evet, hala sıkışıyor, hafta içinde de gün boyu, tüm İstanbul bir yakadan diğerine geçip duruyor belli ki, o yüzden trafik vaarrr, hep vaarrr.:((..Ama gün içinde trafik biraz daha az ve sizin sabrınız biraz daha fazla:))


- Dostluklar daha telaşsız, hatır sormalar daha ilgili, merhabalar daha sıcak, gülümsemeler daha beklentisiz...Daha da ne olsun :)) 

İstanbul'u yaşamak, İstanbul'u dinlemek ve görmek insanın ona olan aşkını artırıyor...İstanbul'da özgür olmak, aranızdaki "seviyeli ilişki"yi bir "tutku"ya çeviriyor...Yani "sonuna kadar İstanbul" mu? Belli olmaz. İstanbul'da özgürlük, onu öylece bırakıp, ömrünün kalanında kartpostallarda yaşayıp tarifsiz aşkını, gidebilme cesaretini de veriyor insana...o yüzden belli olmaz, hiç belli olmaz...


12 Temmuz 2013 Cuma

Limonlu Tartöletler


Limon severler için...Ben biraz tatlıca olmazsa yiyemiyorum ağzımı yüzümü buruşturmaktan, o yüzden bunun tadı tam bana göre oldu...Bir de şık görünüyor tabii. Tarif Peçeteden Notlar'dan... Oradaki tart tarifini ben minik minik tartöletcikler halinde pişirdim. Böylece piknik vs. aktivitelere de daha uygun oldu..Artık piknikçiyiz ya, sepetimiz bile var, pardon yani :)) 

Alt Taban:
210 gr un
75 gr. Margarin
1,5 çorba kaşığı pudra şekeri
2 yumurta sarısı
1/2 çay bardağı soğuk su
1/2 çay kaşığı vanilya 

Limonlu kreması:

5 limon

5 yumurta
250 gr pudra şekeri
150 gr. Margarin


Tart tabanı için un ve küp küp kesilmiş margarin mikserle karıştırılır. İçine pudra şekeri ve yumurta sarısı eklenir. En son soğuk su ilave edilip yoğurulur. Nişasta serpilmiş tezgahta açılıp, yağlanmış tartölet kalıplarının içine yerleştirilir. 1 saat buzdolabında bekletilir. Kreması için bir tencerede yumurtalar ile pudra şekeri çırpılır. İçine limonların kabukları rendelenir ve suları sıkılarak eklenip çırpılır.  Tencere ateşe oturtularak koyu kıvama gelene kadar kısık ateşte pişirilir. Piştikten sonra soğuması için tezgaha alınır ve içine margarin ilave edilir. Buzdolabındaki tartöletler 180 C fırında, kabarmamaları için içlerine alüminyum folyoya sarılmış birkaç kuru fasulye yerleştirilerek 20 dk. pişirilir. Süre sonunda fasulyeler alınır ve tekrar 10 dk. daha pişirilir. Fırından alınıp, iyice soğutulan tartöletlerin üzerine limonlu krema dökülür ve 2 saat buzdolabında bekletildikten sonra üstüne pudra şekeri serpilerek servis yapılır. 

Afiyet olsun. 



11 Temmuz 2013 Perşembe

Şebnem Mavisi


Özel fotoğrafların çerçevesi de özel olmalı...Hobi odama koyacağım bir fotoğraf için yaptım bu çerçeveyi..


Şebnem mavisine boyadığım çerçevenin üzerine mum sürüp, sıcak beyazla boyadım, sonra da bildiğiniz peçete yapıştırmaca işte...

Ama peçetesi de özel, Galata Kulesi gezimizde, kulenin yan tarafındaki kafelerden birinde harika bir türk kahvesi ile birlikte getirmişlerdi ve sanıyorum hepimizin yaptığı gibi, kaşla göz arasında çantaya attım, bu güzelliği kullanmaya kıyamadım, ölümsüzleştirdim işte...

Tüm desenler, tek peçeteden, düşünün yani peçetenin güzelliğini...Aşırdığım kadar da yok muymuş?



10 Temmuz 2013 Çarşamba

Olmak İstediğim Yer


Uzun zaman öncesinden biliyordum, 60 yaşımda olmak istediğim yerin, ofislerin o 120 derece kucaklama açılı masalarından birinin arkası olmadığını..Bunu bilince böyle yaşıyor hep insan, hep o doğru anı kollayarak ve hep o doğru ana hazırlık yaparak.

Şans da yardım etti, şartlar öyle gelişiverdi, evren sesimi duydu, ya da Allah nasip etti, artık neye ise inancınız, tamam dedim, gerçekten olmak istediğim yere doğru çıktım yola, masamda kalemliğimi, notluğumu, masa üstü ıvır zıvırımın tamamını bırakarak kalktım, geldim.  

Yeni hayatımıza başladıktan sonra eşime ve bana en çok sorulan soru, "oluyor mu gerçekten?"..Bu, içinde hem "para yetiyor mu, geçinilebiliyor mu"yu, hem "sıkılmıyor musunuz işe gitmeyince, vakit nasıl geçiyor"u, hem de "unvan yok, karizma yok, pohpohlayan yok etrafınızda artık, yadırgamıyor musunuz"u birlikte barından bir soru...Tamam, önceki cevaplarımı tekrarlayayım, yeniler için en baştan cevaplayayım.... 


Ofiste ölmek değilse planınız; zaten maddi açıdan bir hazırlık yapmalısınız, artık para mı biriktirirsiniz, emeklilik fonlarından mı faydalanırsınız, sigorta mı yaptırırsınız, bilemem...Ama kesin olan şudur ki, çalışmazken, çalışırken sahip olduğu standartlardan uzaklaşmak üzebilir insanı...

Yine, ofiste ölmek değilse planınız; manevi yönlerden de hazırlığınız olmalı..Gençken, gözünüz görüyorken ve elleriniz titremezken, sabrınız ve kurslar ve malzemeler için gerekli ekstra gelirleriniz varken, bir hobiye yapışmalı ve yıllar içinde onunla birlikte gelişmeli, değişmeli ve hayatınızın "o zamanı"nda, artık öğrenmek değil, hayata geçirmekle meşgul olmalısınız. Tabii, her gün hep yeni şeyler denemek, öğrenmek de gerekiyor hayat devam ettikçe, ama "o zaman" asıl olarak, hayata tohumları ektiğiniz değil, çoook daha öncelerden ektiğiniz tohumların bin bir renkli çiçeklerini toplamaya başladığınız zaman olmalı...

Ve yine, ofiste ölmek değilse planınız; unvanların ve telefonların, arabaların, bilgisayarların, şirkete ait her şeyin "o koltukta" oturduğunuz için sizde olduğunu bilerek çalışmalısınız tüm iş hayatınız boyunca... Ekibimdeki müdür arkadaşlarıma da hep söylediğim gibi, gün gelecek, genel müdür de emekli olup, tahsildarla çay içecek emekliler lokalinde... İyi insan olmak, kimsenin sırtına basmamak, kapalı kapılar ardında işler çevirmeden iş hayatında var olabilmek önemli olan..Çünkü en sonunda herkes, ister benim gibi 39'unda, ister 60'ında, sadece "kendisi" olarak tamamlayacak bu koşuyu, sadece "kendisi" ve "vicdanı" ile birlikte... 

Son, ama en önemli olan da, olmak istediğiniz yere karar vermek...9:00-17:00 çalışmak için bahaneleriniz uzuun bir liste ise, belki de olmak istediğiniz yer aslında orasıdır...Belki de para ile temin etmek, yenisini almak, kendinizin üretmesinden veya yenilemekten daha cazip sizin için? Kendinizi tanımlarken, mesleğinizden bahsetmeden olmuyor belki de, o kadar sizinle özdeş belki de işiniz..Olabilir, önemli olan orada ya da burada olmak değil, insanın "tam da olmak istediği yerde" olması...Ben buradayım, burada mutluyum, burada yaşadığımı hissediyorum, siz orada..Peşinden koştuğumuz mutluluk neredeyse, orada olmalıyız zaten, olmak istediğimiz yerde..Ama çoğu zaman o yere karar vermek için paradan fazla cesarete ihtiyaç oluyor, cesarete, kendini tanımaya ve sevmeye...



9 Temmuz 2013 Salı

Şambaba ile Merhaba


Merhaba Ramazan'a..

Herkese hayırlı Ramazanlar..Dini, dili, rengi, yurdu ne olursa olsun, herkese hep güzellikler getirsin, bolluk getirsin, aydınlıklar getirsin bu özel ay ve sonrasında mutluluk dolu bir bayram getirsin, şöyle tüm sevdiklerimizle, ailemizle, arkadaşlarımızla tam kadro, eksiksiz... 

Ramazan'ın ilk günü, bu güne özel bir de tatlı yapmak isteyenler için kendisi güzel, görünüşü güzel bir tatlı tarifi vereyim, Emine Beder'den..Yapımı kolay, muffinden çok farklı değil zaten, muffin kalıbı kullandım yaparken de..En önemli püf noktası, sıcak keklerin üzerine kaynar haldeki şerbeti dökmek, iyice şerbetini çekmesini sağlayan bu..

2 su bardağı Un     
2 çorba kaşığı Toz şeker     
1 çorba kaşığı Kuru Maya     
6 Yumurta Sarısı     
15 gr.Margarin     
1 su bardağı Süt
Şerbeti: 2,5 su bardağı Toz Şeker     
2 su bardağı Su     
¼ Limon
Süslemek İçin: 
½ pk.Krem Şanti     
1 çay bardağı Süt     
Meyve     


Bir kapta ılık süt, şeker ve maya karıştırılır. Yumurta sarıları, un, eritilmiş margarin eklenerek yumurta teliyle çırpılır. Yağlanmış muffin kalıplarına paylaştırılıp, oda sıcaklığında 20 dakika kabarmaya bırakılır. 150 C fırında 40 dakika pişirilir. Bu arada şerbet için şeker, su ve limon kaynatılır. Fırından çıkan sıcak kekler kalıplardan çıkarılarak daha soğumadan kaynar haldeki şerbet üzerlerine gezdirilir. Kekler şerbetini çekince soğumaya bırakılır. Sütle krem şanti çırpılarak kekler krem şanti ve meyvelerle süslenerek servise kadar buzdolabında soğumaya bırakılır.

Afiyet Olsun.




8 Temmuz 2013 Pazartesi

Piknik Şeysi-Çatallık Galiba :)


Piknik sepetimi doldurmaya devam..Ne yapsam ne yapsam diye dolanırken aklıma geldi, kırmızı beyaz kalpler işlediğim etamini diktim, ötesini berisini kurdelelerle süsledim..Çatalları içe doldurup da pikniğe götürmek için kullanışlı bir şey oldu. Ben adını "çatallık" koydum, siz varın "lüzumsuz" deyin...Bu yaz sıcaklarında öyle iyi geldi ki, hemen işle, hemen dik, yarım günde iş yapmış gibi ol..Ohhh... 

Bu sıcaklarda bu sevimli kalpleri işlemek serinletiyor insanı, daralan-bunalanlar için bir doz da modelinden paylaşayım..İşleyin, serinleyin...


4 Temmuz 2013 Perşembe

Mutluluk


Mutluluk bu tekneye sahip olmak mı sizce, yoksa mazotunu, bakımını, liman kirasını düşünmeden, davet edilecek arkadaşların listesine, hafta sonu için alışveriş listelerini eklemeden, sadece ve sadece gölgesine şöylece uzanıp, bir yarım saat kestirivermek mi? Sonra da, şöyle bir silkelenip, paşa gönlünün çektiği başka bir gölgeye doğru uzaklaşmak mı, bir sonraki uyku molası için...

İnsan ömrünün bir kısmını, tıbbın geldiği bu noktada artık yarısını, almakla geçiriyor, sahip olmakla...Sonra, sonra bir gün diyor ki, nereye koşuyorum, kimden kaçırıyorum bu alıp alıp evime depo ettiklerimi, farklı ad ve amaçlarla aldığımız-kullandığımız, kullanmadığımız evleri, arabaları ne yapıyoruz? Sadelik istiyor insan, harcamak için çalışmak zorunda olduğunu zannettiği bir gün bir de bakıyor ki, aslında çalıştığı için harcıyormuş, aldıkça para kazanması gerekiyormuş, para kazandıkça onları harcayarak yeni masraf kalemleri bulması...Sonra zamanla daha önce aldıklarını yenilemesi, yenilediklerini eşe-dosta göstermek için biraz daha para harcaması ve tabii birazcık daha fazla çalışması ve sonra yine alması, yeni alması, alması....  

Sonra insan benim gibi 40'ında anlıyor ki mutluluk, Blackberry'nin kırmızı ışığında gelen mailin merakı ile yataktan fırlamadan uyuyabilmekmiş; ertesi iş gününde "acilen halledilecekler"i kafanda defalarca ve defalarca listelemeden uykulara dalabilmekmiş; bir spor ayakkabı, bir kot, bir t-shirtle de insan içine karışabilmekmiş; "sen" diye hitap etmekmiş insanlara mesleki unvanlarını hiç de merak etmeden; "abla-yenge" dendiğinde artık üzerine alınmak ve dönüp gülümsemekmiş esnafa; sebze seçmekmiş, meyveleri koklamakmış alışverişe çıktığında vaktin nasıl geçtiğine hiiç aldırmadan ve yemeğin nasıl yetişeceğini hiiiç hesaplamadan  ve gölgedeki bir kaldırıma, sahilde bir ağacın dibine, İstasyon'daki o çay bahçesinin koyu gölgesine oturup, gelenin geçenin telaşlı koşuşturmacasına hayretle bakmakmış iş çıkış saatlerinde, zamanında kendisi hiç koşmamış gibi o insanların koştuğu o yerlere...

Mutluluk, bunları yazdığında, birilerinin bir yerlerden çıkıp gelip bunları okuyacağını bilmekmiş işte...

3 Temmuz 2013 Çarşamba

Renkler


Renkler de bir yolculuktur belki hayatta, notalar gibi, şarkının her yerinde başka renkler öne çıkıyor insan hayatında.. Mesela ben, parlak kırmızılarla başlamıştım galiba, zaten bizim çocukluğumuzda pembe pek yoktu, "Barbie"ler yeni icat edilmişti galiba, en güzel rugan ayakkabılar kırmızıydı...

Kotların lacivertleri girdi sonra hayatımıza, "buz mavisi"nden önce ve onlara "jean" denmediği zamanlarda...

Koyu gri bir dönemim de oldu, 20'li yaşlarındaki kız banka müfettişini daha olgun, daha ciddi, daha vs vs göstersin diye...

Mor bir dönem de biliyorum, uluslararası projelerde görev almaya başladığım zamanlardı, "sabit"e geçtiğim neredeyse (yani müfettişlikten sabit göreve demek bu)..Mor hırsın rengi derler, çok mu hırslıydım o yıllarda, yoksa iş hayatı diye düştüm gayya kuyusu alımı mavimi yeşilimi birbirine katıp katıştırmıştı da mora mı boyamıştı beni?

Sonra yaş ilerledikçe kendine dönüş, doğaya, toprağa...O yüzdendir, işe de serbest kıyafetle gidebilme lüksünü tattığım son yıllarda o renklere sevdam..Burcum başağın o açık krem rengi, sevdiğimin bana hep güven veren sıcacık kestane gözlerinin kahverengi...Bir de yeşil var, gözlerimin rengi...Yok yok, öyle boncuk gibi, deli bir yeşil gelmesin aklınıza, daha çok eladan yeşile, yere ve duruma göre değişiveren, koyuca bir yeşil benimkisi...Bir de o yeşile, annemin gözlerinin mavi ama bakın onlar gerçekten boncuk mavisini karıştırın, ortaya çıkan mavimsi yeşil ya da yeşilimsi mavi...

Tabii beyaz...Çalışma hayatımın 6. şirket birleşmesinde (bayağı satış işte, "merger", "acquisition" adı ne olursa olsun, kısaca büyük balık küçüğü yutarken), artık tamam, daha almayayım, ben gideyim diyerek, sırtıma takıp uçtuğum kanatlarımın rengi...Tazeliğin, ofis dışında alınıp verilen nefesin, insanın yüzüne çarpan havanın rengi...İnsanın bulduğunda yerine hiç bir şeyi koymak istemediği özgürlüğün rengi...

İşte bundandır ki, ben bu aralar toprağın, ağacın, göğün renklerindeyim ve tüm renkleri doğuran o saf beyazın...Ondandır bu renk değişikliği, evet "hobilemece"desiniz yine, yanlış gelmediniz, ama ben renklerimi paylaşmak istedim artık sizlerle, işte ben ve renklerim, işte yeni hayatım ve hobilerim, hoş geldiniz..

1 Temmuz 2013 Pazartesi

üüüüüüüüüüüüfffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffff


Bazen durmalı insan, koşmayı bırakmalı.. Değişmeli, gelişmeli, dönüp geriye baktığında ne çok yol yapmışım diyeceği kadar uzaklaşmalı bir süre arkasına hiiiç dönmeden..Daralınca, bunalınca, bazen kendi içinde kendini kaybedince insan, içine dolan sıkıntıyı, bunaltan havayı şöyle bir sanal aleme üflese, kurtuluverecekmiş sanır.. Rahatlar mı? Bilmem..Durun bakalım....
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...